Kızın celladı olan delikanlı, aslında hayatı yakalamak için çaba sarfeden bir meraklıydı. Meraklıydı, her şey onun için bir muallaktı. Hayatı bu yüzden seviyor, kızdan bu noktada ayrılıyordu. Kız, hayatı her şeyiyle sevmeyi bıraktığı anda hiçbir benzerlikleri kalmamıştı. İki kardeşe dönüştüler. Kardeşler birbirinden her zaman ayrılır. Biri, diğerinin karakterini zıtlaştırır kendine. Delikanlı da aslında bunu yapmıştı kıza.
Ama her şeyin bir sebebi vardı doğada. Kişiler, özgürlüklerinin sınırlanacağını anladıkları vakit o sınırı kaldırmak için canla başla mücadele ederler. Delikanlı bunu hissetti. Çünkü onun lugatında aşk demek bağımlılık demekti. Bir başkasıyla bütünleşmek, onun boyunduruğu altına girmek demekti. Onu boyunduruk altına almak demekti aşk. Bu kimi korkutmaz ki? Hele delikanlı kadar hayatında bağımlılığı olan bir insansan, kat be kat kaçarsın yeni bir bağımlılıktan.
Her şeyden önce, geçmişine bağımlıydı. Onu bırakmamak, yine de hayatı yakalamak mümkün değildir. Kendini kandırmaksa her zaman kolay. Aslında kolaycı sayılmazdı pek, o yüzden kendini kandırdığının bilincinde olup her şeyi daha da zorlaştırıyordu.
Geçmişten kopmak kolay değildir. Çünkü zaman öyle bir kavramdır ki, bir salise öncesi de geçer gider ve sen onu daha yakalayamadan, daha ne yaşadığını anlayamadan bitmiştir artık. Bunu kabullenmek, geçen her saliseye olgunlukla güle güle demek sadece iki buçuk milyon insandan birine nasib olur. Ne yazık ki sözü geçen bireylerden hiçbiri bu ulvi yeteneğe sahip değildi. Ama hiçbirinin zaman mefhumuyla delikanlı kadar derin dertleri yoktu.. Bu yüzden onu anlayamazlardı. O da bunun farkındaydı nitekim. Kızın onu anlamayacağını biliyordu en baştan. Kaçırdığı nokta ise şuydu: kim kimi kendisi kadar iyi anlayabilir ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder