27 Temmuz 2010 Salı

Hayatın renkleri


Biraz önce yerçekimini solda sıfır bırakacak bir şey keşfettim!
Yarın akşam toplantıya kalacağım için biraz erken yatayım, güç toplayayım fikrinden yola çıkarak yatakta bir o yana bir bu yana dönerken aklıma saçma sapan bir düşünce geldi. "Bütün erkekler gerçekten aynı mı lan?!" düşüncesi.. Ben de her hemcinsim gibi kafa yordum. Hepsini bir bir düşünmedim tabi ki.. Ne gerek var geçmiş defterleri kurcalamaya. Ama gerek de kalmadı zaten.. Keşfimi açıklıyorum: Hayır tabi ki bütün erkekler birbirinden farklı! Ben aynı insan olduğum için hepsini aynı görüyorum! Bence bu kanunlaşmalı... Fizik kitaplarına da eklenmeli, her genç kızımız yaş kemale erdiğinde öğrensin, sonra geceleri uykuları bölünmesin.

Duygu değil, süperkahraman içgüdüsü


Yaşadığım heyecan patlamalarına bir anlam yüklemek istiyorum artık. Mağdem ki varlar ve mağdem ki günde 5 vakit beni esir alıyorlar, o halde bir yaşam amaçları olmalı. Bir misyon yüklemeliyim onlara.

Bu sabah düşündüm taşındım. Son 3 ayda 300 kere heyecan krizi yaşamışımdır. Kriz diyorum evet; çünkü başka türlü tanımlayamayacağım bir bombardıman bu.. Kasık üstü karın altında yarım saatle yirmi dört saat arasında sürebilen yoğun işeme isteği hissi.. "Vay salak, git işe de kurtul" diyenlere: çok mu zekisin? Denedim tabi ki.. Olmuyor. Hiçbir şey kar etmiyor. Enerji fazlam mı var acaba diye düşünmedim değil.. Gittim deli gibi dans ettim kendi kendime.. Açtım Dijitalism'i Pogo eşliğinde delirmelerim oldu.. Sonuçta kapı aralığında hain babamın beni izleyip karnını tuta tuta güldüğünü görüp yeni bir travma geçirdim. Öz babam bile benimle dalga geçiyor! Gerçi kendisinin yegane eğlence kaynağı olmak bir nevi huzur da veriyor bana.. Mesela bi keresinde Bihter'in beton suratlı anasına "ölüyorum aneeeey!" diye ağladığı sahnede dayanamayıp hüngür şakır ağladıydım.. Yine babam, yine kapı aralığı, yine o çılgın kahkaha.. İçim huzur dolmuştu o gün babacığım bana bakıp nasıl da mutlu oluyor diye.. O da kurtarmadı beni ne yazık ki.. Gün olmasın ki sakin sakin kahvemi yudumlarken yeni bir atak beni yakalamasın.

Çeşitli anlamlar yükledim bugüne kadar. Birinin adı iş oldu, birinin adı sigorta, birinin adı Ali diğerinin ki Veli.. Bugün anlıyorum ki hepsi bahaneymiş.. Ali gitti Veli geldi hissiyat aynı hissiyat. Sigortam yapıldı yetmedi özel sağlık sigortam yapıldı ama bu pislik adi şerefsiz duygu değişmedi.

Çabalamadım değil, çok çabaladım, her türlü yolu denedim.. Bu uğurda psikoloğa bile gittim. Amerika'dan yeni gelmiş hanım kızımız.. Oturdu karşıma.. Aldı kalemini kağıdını, "evet dinliyorum nedir problem" dedi ve o anda gözümden düştü.. Ne demek ulan nedir problem? Ben problemin ne olduğunu bilsem sana gelir miydim hazırcı şıllık! Sonsuz anlayışım ve sakin yapım sayesinde bu ilk gafını sineye çektim. Başladım hayat hikayemi anlatmaya. Amma ve lakin, "Hımmmmm bu şey gibi mi, mmmm türkçesi neydi?" dediği dakka kızcağızın psikolojik bir travmanın eşiğinde olduğunu farkettim. Eeee hacı hacıyı mekkede deli deliyi dakkada bulurmuş, dedim ve kaynaştım yeni arkadaşımla.. Böyle artık özel hayatlarımızdan falan konuşmaya başladık. Ah bu erkekler yok mu hepsi aynı, aaa sen de londra'ya mı gittin nasıldı? gibi sorularla güzel bir saati geride bırakıp bir daha birbirimizi görmeme yemini ederek ayrıldık. Ayrılırken bana "bak bizim bi psikiyatrist var ben gidiyorum çok memnun kaldım, kız sen de git valla bak çok rahatlarsın" diyerek psikiyatristinin numarasını verdi. Olmuşken o da olsun, yattı balık yan gider.. Ona da gittim. Saçı uzun ama aklı selim bir amca çıktı kendisi. İlk görüşte kanım kaynadı. Konuştuk dertleştik, sırtımı sıvazlayıp "üzülme neler var neler ah kızım" dedi. "Al bu ilacı günde yarım doz, derdine derman olmazsa gel beni gör yüzüme tükür" buyurdu.

Dertlerime derman olamadın Lokman hekimim ama o uzun kır saçlarının hatrına yüzüne tükürmeyeceğim. Seni affettim gitti. Peki kime tükürücem, kime suç atıcam, nerde bu acının sorumlusu, ben nerelere gidem? Hayır, yazının amacı bu değildi. Olumsuzu olumluya çevirip onu topluma kazandırmaktı.

Karın boşluğumdaki duygu seline ve yer yer hissettiğim vücudu ateş basması, saç yolma isteği bazen anlamsız gülme krizlerine yüklediğim yeni bir misyon var. Bence bunların sebebi benim saf, ermiş kişiliğim. Ne zaman yeryüzünde bir canlı içme suyu bulamasa ben bunu bünyemde hissediyorum. Evrenin bana yolladığı bi işaret bu. Bundan kelli, her atağımda bir yetkiliye mektup yazacağım. Taki evren bana bir süper kahraman özelliği verene kadar bunu bürokratik yollardan halledeceğim.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Kaştır lan ordan

Tatilde nereye gidilmeli? Biraz geç bir soru oldu sanki.. Nitekim gittim geldim  bile.. Gelmez olaydım.
1 haftalık iznimi aldım, arkadaşım Zeynep'e dedim ki hadi toparlan gidiyoruz.. Nereye bile demedi kuzum, hadi o zaman dedi hazırladık sırt çantalarımızı yarım saatte.. Oldu bitti sandık ta ki biletlerimizi almaya yeltenene kadar. O anda dank etti.. "Ama nereye gidiyoruz ki?" bakışları attık birbirimize.. O Datça aşığı, tabi ki Datça'ya gidelim dedi.. Tabi bilet bulabilirsen. Mağlum bütün yazlıkçılar erken davranmış, planlı programlılar, bizim gibi zibidi değiller.. Olsun, elbet bir yerlere 3 kişilik bilet vardır! Siz siz olun o kadar emin olmayın! Sadece 3 gün sonrasına Kaş'a bilet bulabildik. Bir nevi mecburiyet oldu bizim Kaş hikayemiz. Olsun, tanıdıkça severiz nasılsa değil mi? Her zaman inandığım bir destur..

Tanıdım ve çok sevdim. Küçücük minicik bir yer zaten kutu gibi.. Tanıması az zaman alıyor. Alışıp sevmesi ise çok daha kısa.. Her şeyi küçük.. Bir Küçük Çakıl plajı var, biz minik bir plaj beklerken karşımıza 2 metrekarelik bir alan çıktı.. O kadar sevimli o kadar şeker ki insanın kedi yavrusu gibi alıp kucağında sevesi geliyor.

Küçücük minicik içi dolu turşucuk dediğime de bakmayın. Etrafda gezecek bir sürü güzide yer var. En başta Patara! Delidir, delirtir, kudurtur.. Her ne kadar plajda kumdan nefret etsem de, uzuuuuun sapsarı plajı uzaktan seyredalıp 3 dakikalık bir hayal molası vermeden edemedim. Ben bembeyaz elbiselerin içinde kafamda beyaz Yalan Rüzgarı şapkası sahilde koşuyomuşum.. O anda beyaz atlı prensim, yanmış teni ve geniş omuzlarıyla beni kavrayıp atının arkasına çekiveriyomuş. Kirli sakallarına yüzümü gömüyomuşum falan derken Zeynep dürttü. Atladık dalgalara başladık dehlemeye.. Dalgaya karşı dalınca ister istemez takla attığını beş yaşımda Şile'de keşfetmiştim.. Hemen dalgalara takla attırdım kendimi. Kırmadılar saolsunlar.. Bikinimi de çıkardılar arada.. Ama sadece üstünü.. Etrafta dalgaların arasında altını bulmaya çalışan nice kızımızın yaşadığı adrenalini yaşayamadım ama olsun.

Mustafa'yla Müberra kiraladıkları 3. dünya savaşından kalma beyaz jeeple bizi almaya geldiler. Bir de onlarla boğuştuktan sonra üstü açık cipimize atlayıp kendimizi Mustafa'nın usta şoför ellerine bıraktık. Yolda bir balıkçı bulduk. Hani eski türk filmlerinde uçurum kenarıında salaş balıkçılar vardır ya, aşağısı alabildiğine deniz, dağların doruk noktasında, dünyanın tepesindelerdir ve bir cinayet konuşulur. Biz masada cinayet planları yapmadık, hepimiz şeker gibi insanlarız.. Ama olur da bir gün katil olursam ilk o balıkçıya gidip deri eldivenlerimle çay içeceğim.

Geri dönüş yolumuzda Kaputaş koyuna gidecektik. Ama Müberra yaptı fettanlığını ve "hadi çocuklar geç oldu yatma vakti" diye bizi o turkuaz rengi koyda balıklar gibi şen şakrak yüzmekten alıkoydu. Burdan teessüf ediyorum.

O olmadı ama en azından Limağazı'nın bakir sayılabilecek kadar az tecavüze uğramış koylarında kokteyllerimizle Bahamalar deneyimi yaşadık. Limanağzı'nın en güzel özelliği tekneyle gidilmesi. Al sana kısa mesafe tekne turu. Bayılırım. Sonra çardaklar, altında hamaklar, ve saat yaklaşık 13.00 sularına kadar hakim olan derin sessizlik. Sonra Fransız sıpaları cıyak cıyak Fransızca küfürleşmeye başlıyorlar.. Anlamıyorum da ne dediklerini analarına babalarına küfrediyorumi, onlar da beni anlamıyorlar.. Karşılıklı bi anlayışsızlık, bir fütursuzluk. Çocuklar kamuya açık yerlere alınmamalı bu bir, Fransızlar kamuya açık alanlara alınmamalı bu da iki. En azından Fransızca konuşmasınlar.. Ya da en azından sessiz konuşsunlar.. Ben duymayayım.. Biraz faşizan oldu kabul. Ama bu da kafa kardeşim!

Kaş'ta gece hayatı ise birçok yazlık mekanda olduğu gibi içler acısı. Bir Mavi Bar var ki, Kaş'ın kalbi burada atıyormuş geceleri, herkes böyle söyledi. Gittik, küçücük tabureler, The cranberries çalıyor, bazen de Teoman çalıyor, bir garip mekan. Biz sevdik ayrı. Neden sevdik? Çünkü önünde oturup çekirdeklerimizi çıtlatırken dedikodusunu yapacağımız 30 tane ünlü gördük de ondan. Oyuncuların vazgeçilmez mekanıymış meğer. "Aaaa bu bununla çıkıyomuş bak bak, şu aşifte evli değil miydi?! Bu şu dizide şu sahnede pek cooldu" gibi yorumlarımızla geceler çılgın, gündüzleri aratmaz oldu.

Kıssadan hisse çok sevdim, ama bir daha gitmem. Keşfedeceğim nice Kaşlar var.. Mesela eylülde kaşa kaşa Datça'ya gideceğim! (başka bir kaş esprisi, nasıl? )

20 Temmuz 2010 Salı

Noluyo burda?

Sevenler sevmeyenlere anlatsın. Ben o kadar da sevilmeyecek bir insan sayılmam. Belki dırdırımdan bıkıp usananlar olmuştur zaman zaman. Belki kararsızlıklarım kabız etmektedir kimi zaman ama genelde güler yüzlü
 sevgi dolu bir insan değil miyim?

Neyse ben elmayı sevdim diye elma da beni sevmek zorunda değil elbette.. Ama beni sevmeyen elmayı yeme özgürlüğüne sahip değilsem ben o elmaya elma demem. Elma, beni sevme ama itaatkar ol, asileşme ve bırak da bir ısırık alayım al yanağından. sonra seni çöpüne kadar sömüreyim.. Yiyip bitireyim hayatını çekirdeklerine kadar. Elmaysan elmalığını bil.

Aslında elma demişken aklıma yasak meyve geldi bir anda. Allah-ü teala beni istemeden doğru örnekler vermeye teşvik ediyor olmalı. Bahsi geçen elmayla aramızda yasak bir şey var.. O da meyve.. Yasaksa güzeldir, bi tadına bakalım.. Neden yasak olsun ki? Hımmmm heyecan katmak için belki de.. Evet evet çok heyecanlı, yasaktır o zaman. Belki de biz kardeşiz, belki de elma bunu öğrendi ve kardeşin kardeşi çatır çutur yemesi caiz değil diye düşünerek kabuğuna çekildi.

Kafamda olasılıkların yalnızca milyonda biri var. Bunun olacağını bilsem lisede olasılık hesaplarını yutardım. Demezdim ki "aman bunlar gerçek hayatta ne işime yarayabilir ki?"..

Elma dağa küsmüş, dağın haberi yok. Elmayla dağ daha yeni karşılaşmışlardı halbuki. Şimdi gökten düşecek ikinci elmayı bekliyorum. Üçüncüye kadar oyalaması için.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Kızlar inci var ya.. hermafroditmiş (ziken kadın)



Facebook sayfamda "inci, hödö hüdüyle hüdü hödöyü duvara dayayıp *ikti" yazısını gördüğümde listemdeki bütün incilerden şüphelendim.. kesin bunun bende gözü vardı bu yapmıştır diye millete bok attım ne yalan söyliyim.. sonra öğrendim ki bu inci o inci değilmiş.. bu inci, ekşinin çakması, belden aşağı vurması ve sik sok am götten oluşan mahalle versiyonuymuş.

Nedir işte bir grup genç delikanlı evde hangi porno filmler eşliğinde eliyle aşk yaptığını anlatıyor, "la sen ilk ne zaman milli oldun???" gibi sorulara sallama yanıtlar veriliyor.. lafım meclisten dışarı, ama birçoğu bırakın milli olmayı daha mahalle ligine bile çıkamamış yavrucaklar. Nickler çok yaratıcı, tutsikiyançek, tutsikikoyama, goteotenbulbul, acıseverimtatlısikerim gibi edebi yönü güçlü, duygusal nickler.

Ne yaparlar ne ederler incici gençler? An itibariyle ekşiye saldırı düzenliyorlarmış.. Sanırım bu bir nevi paintball gibi bir eğlence şimdilerde.. biraz önce kendi aralarındaki planlaşmaları okudum da, neyse direk aktarıyım:" 12. *ikime dikenli tel dolayıp da gireceğim *mına koyım " (sansür uyguladım evet rtükten neyim eksik ulan.)
"16. inci ananızı *ikmeye geliyor.




¶▅c●▄███████

▅▅▅▅▅▅▅▅▅▅▅▅▅▅▅▅

█* :~ :► :► :► :► :►

▄██ ▲  █ █ ██▅▄▃▂

███▲ ▲ █ █ ███████

███████████████████████►

◥☼▲⊙▲⊙▲⊙▲⊙▲⊙▲⊙▲⊙☼◤    "
şu sanata bakın hele! nutkum tutldu vallahi, bu çocuktan picasso olur benden sölemesi.. şair ruhunu zaten üstteki dizesinden anlamış bulunuyoruz..
 
Bu kadar coşku, bu kadar emek var ortada.. sonucu görmem lazımdı üşenmedim girdim baktım ekşiye.. aferim, çakmışlar siyah bantlarını ekşi sözlük ikonuna.. (onların işidir heralde diy mi?)..
 
Yarım saatten fazla okursanız bünyede testesteron artışı görülüyor.. ona göre diyim dikkat bağyanlar.. bakın ben ordan çıktım kendimi internette pipili peahces videoları aratırken buldum, beyin kukulaması kaçınılmaz.. ama günde 15 dakka takibi doktorlarca öneriliyor. Böylece Romeo gibi takılan manitanızın iki erkek görünce "oyhş karı götü allah" diye konuştuğu gerçeğini görür ona göre götünüzü sakınırsınız.. benden söylemesi.

Dip note: küfürler bana ait değildir edebinizle okuyun lütfen!

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Bir koza için kaç ipek böceğinden çalmam lazım

Koku duyumu kazandığım o mübarek gecede ipeğin neyden yapıldığını öğrendim.. Ne büyük tesadüf değil mi? Zaten son zamanlarda hayatım tesadüfler üzerine kurulur oldu. Galiba elimden gelen bir şey yok kendimi akışa bırakmaktan başka.. Ben de bıraktım ve ipek serüvenini düşünmeye başladım.

Bir; ipek, ipek böceğinden yapılır düşüncesi yanlışmış. Zaten şimdi bir daha düşününce öyle olsa ipek de giyinmememiz gerekirdi hayvanseverler olarak. Gönül rahatlığıyla giyebiliriz. İpek böceği dediğin şey aslında başta küçük bir kurt sonra tırtıl en son da kanatları pek sirin olmakla beraber kendisi bildiğin böcük olan kelebek.. İpeğe dönüşmeden kozasından çıkıp bi oraya bi buraya salınıyor. Hatta geçen bi tanesi bizim ofise geldi, şişlinin ortasında!

Konuyu dağatmadan açmak gerekirse, bu hikaye aslında ipek böceği için burada bitiyor. Kozasını kırıp çıktı ve ardına dönüp bakmasına da gerek yok zaten. Kozadan ipek yapmak ya da parçalarını kendi etrafına örmek insanoğluna kalmış. Ben şimdi Bursa'ya gidiyorum ve koza parçaları toplamaya başlıyorum. İpek mi yaparım kendime koza mı örerim henüz bilmiyorum.

*İpekten kazanacağım parayla Massive Attack bileti alabilirim ya da kozamın içinde her şeyden yalıtılmış olarak konsere giderim...

Yemek için yaşama, yaşamak için ye

Koku duyumu kazanmış olmanın mutluluğunu dün herkeslerle paylaşmıştım. İçim içime sığmıyor her şeyi koklamaktan kendimi alamıyordum. Adeta bir sevgi kelebeği olmuştum.. Çiçek böcük ne varsa içime çeke çeke kokladım bütün gün..

Yanlış yapmışım. Balık bazen baştan kokmazmış, bunu anladım. Bazen kavun gibi hoş gelirmiş kokusu.. Dibini koklayınca bayat balık olduğunu anlarmışsın. Gözleri ferini yitirmiş, derisi pul pul olmuş dökülmeye yüz tutmuş. Baştan ayağa bayağı, baştan ayağa göründüğünden farklı bir koku.. Bir nevi orkide gibi.. Hani orkide tazeyken mis gibi kokar gözlerini kapatıp onu içine derin derin çekerken birden bire ağır, burnunun direğini sızlatan bir şok dalgası yaratır ya, aynen öyle.

Neden böyle pişman oldum bu koklama huyundan anlatayım hemen.. Sabah yine geldim işe aynı mutluluk ve hayata yeniden başlamanın verdiği hafiflikle. Hala sniff sniff durumdayım kuyruk dimdik havada.. Saat 11 sularında yemekhaneden mis gibi bir imambayıldı kokusu geldi.. Saat 12 de yukarı çıktım karnım zil çalarak.. Bir de ne göriim??? O aslında imambayıldı değil, ıspanakmış ki ben ıspanaktan nefret ederim. Görür görmez miğdem kalktı. Eğer imambayıldı kokusu almış olmasaydım bu kadar hayalkırıklığına uğrmayacaktım belki.. Ama bir şey beklediğiniz zaman, o yemeği adam yerine koyduğunuz zaman adam gibi davranmasını bekliyorsunuz.. Halbuki onun adam değil sadece tadımlık bir yemek olduğunu ve sizin de onun için bundan bile daha azını ifade ettiğinizi bildiğiniz zaman alan memnun satan memnun oluyor. Düş kırıklığı yok, aç kalmak yok, aç kalmanın verdiği depresyon hali yok, diğer yemeklere de artık şüpheyle yaklaşma durumu hiç yok..

Bir süre serumla beslenebilirim.. Yeter ki kokular aklımı bulandırmasın.. Sonunda miğdem kalkmasın.. Hatta yemek değil mi işte hepsi aynı biri salatalık diğeri kabak..

4 Temmuz 2010 Pazar

Gözüm kapalı burnum açık

Son yıllarda koku duyumu kaybetmiştim. Bu çok kötü bir his. Lazanyayla muhlamayı ayıramamak, yan bahçede yapılan mangalda tavuk mu balık mı var çözememek, gülle karanfili aynı kefeye koymak içler acısı.
Bu özelliğimi kaybettiğimden beri ha Ferit ha Coşkun hepsi bir nasılsa kokuları yok diye düşünmeye başlamıştım tam. Robot olmuş, Japon bilimine hizmete gitmeye hazırlanıyordum. Ama artık bavulumu kaldırabilirim..
Geçen gece koku algım bana döndü.. Çok özlemişim bu duyumu.. Ona sarıldım sımsıkı.. Öyle güzel merhaba dedi ki yeniden, başımı döndürdü.. Bir daha beni terk etme biricik duyum.. Ömür boyu tazı gibi koklamak, taze demlenmiş çay gibi koklanmak istiyorum. Amin.