5 Temmuz 2010 Pazartesi

Yemek için yaşama, yaşamak için ye

Koku duyumu kazanmış olmanın mutluluğunu dün herkeslerle paylaşmıştım. İçim içime sığmıyor her şeyi koklamaktan kendimi alamıyordum. Adeta bir sevgi kelebeği olmuştum.. Çiçek böcük ne varsa içime çeke çeke kokladım bütün gün..

Yanlış yapmışım. Balık bazen baştan kokmazmış, bunu anladım. Bazen kavun gibi hoş gelirmiş kokusu.. Dibini koklayınca bayat balık olduğunu anlarmışsın. Gözleri ferini yitirmiş, derisi pul pul olmuş dökülmeye yüz tutmuş. Baştan ayağa bayağı, baştan ayağa göründüğünden farklı bir koku.. Bir nevi orkide gibi.. Hani orkide tazeyken mis gibi kokar gözlerini kapatıp onu içine derin derin çekerken birden bire ağır, burnunun direğini sızlatan bir şok dalgası yaratır ya, aynen öyle.

Neden böyle pişman oldum bu koklama huyundan anlatayım hemen.. Sabah yine geldim işe aynı mutluluk ve hayata yeniden başlamanın verdiği hafiflikle. Hala sniff sniff durumdayım kuyruk dimdik havada.. Saat 11 sularında yemekhaneden mis gibi bir imambayıldı kokusu geldi.. Saat 12 de yukarı çıktım karnım zil çalarak.. Bir de ne göriim??? O aslında imambayıldı değil, ıspanakmış ki ben ıspanaktan nefret ederim. Görür görmez miğdem kalktı. Eğer imambayıldı kokusu almış olmasaydım bu kadar hayalkırıklığına uğrmayacaktım belki.. Ama bir şey beklediğiniz zaman, o yemeği adam yerine koyduğunuz zaman adam gibi davranmasını bekliyorsunuz.. Halbuki onun adam değil sadece tadımlık bir yemek olduğunu ve sizin de onun için bundan bile daha azını ifade ettiğinizi bildiğiniz zaman alan memnun satan memnun oluyor. Düş kırıklığı yok, aç kalmak yok, aç kalmanın verdiği depresyon hali yok, diğer yemeklere de artık şüpheyle yaklaşma durumu hiç yok..

Bir süre serumla beslenebilirim.. Yeter ki kokular aklımı bulandırmasın.. Sonunda miğdem kalkmasın.. Hatta yemek değil mi işte hepsi aynı biri salatalık diğeri kabak..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder