27 Temmuz 2010 Salı

Duygu değil, süperkahraman içgüdüsü


Yaşadığım heyecan patlamalarına bir anlam yüklemek istiyorum artık. Mağdem ki varlar ve mağdem ki günde 5 vakit beni esir alıyorlar, o halde bir yaşam amaçları olmalı. Bir misyon yüklemeliyim onlara.

Bu sabah düşündüm taşındım. Son 3 ayda 300 kere heyecan krizi yaşamışımdır. Kriz diyorum evet; çünkü başka türlü tanımlayamayacağım bir bombardıman bu.. Kasık üstü karın altında yarım saatle yirmi dört saat arasında sürebilen yoğun işeme isteği hissi.. "Vay salak, git işe de kurtul" diyenlere: çok mu zekisin? Denedim tabi ki.. Olmuyor. Hiçbir şey kar etmiyor. Enerji fazlam mı var acaba diye düşünmedim değil.. Gittim deli gibi dans ettim kendi kendime.. Açtım Dijitalism'i Pogo eşliğinde delirmelerim oldu.. Sonuçta kapı aralığında hain babamın beni izleyip karnını tuta tuta güldüğünü görüp yeni bir travma geçirdim. Öz babam bile benimle dalga geçiyor! Gerçi kendisinin yegane eğlence kaynağı olmak bir nevi huzur da veriyor bana.. Mesela bi keresinde Bihter'in beton suratlı anasına "ölüyorum aneeeey!" diye ağladığı sahnede dayanamayıp hüngür şakır ağladıydım.. Yine babam, yine kapı aralığı, yine o çılgın kahkaha.. İçim huzur dolmuştu o gün babacığım bana bakıp nasıl da mutlu oluyor diye.. O da kurtarmadı beni ne yazık ki.. Gün olmasın ki sakin sakin kahvemi yudumlarken yeni bir atak beni yakalamasın.

Çeşitli anlamlar yükledim bugüne kadar. Birinin adı iş oldu, birinin adı sigorta, birinin adı Ali diğerinin ki Veli.. Bugün anlıyorum ki hepsi bahaneymiş.. Ali gitti Veli geldi hissiyat aynı hissiyat. Sigortam yapıldı yetmedi özel sağlık sigortam yapıldı ama bu pislik adi şerefsiz duygu değişmedi.

Çabalamadım değil, çok çabaladım, her türlü yolu denedim.. Bu uğurda psikoloğa bile gittim. Amerika'dan yeni gelmiş hanım kızımız.. Oturdu karşıma.. Aldı kalemini kağıdını, "evet dinliyorum nedir problem" dedi ve o anda gözümden düştü.. Ne demek ulan nedir problem? Ben problemin ne olduğunu bilsem sana gelir miydim hazırcı şıllık! Sonsuz anlayışım ve sakin yapım sayesinde bu ilk gafını sineye çektim. Başladım hayat hikayemi anlatmaya. Amma ve lakin, "Hımmmmm bu şey gibi mi, mmmm türkçesi neydi?" dediği dakka kızcağızın psikolojik bir travmanın eşiğinde olduğunu farkettim. Eeee hacı hacıyı mekkede deli deliyi dakkada bulurmuş, dedim ve kaynaştım yeni arkadaşımla.. Böyle artık özel hayatlarımızdan falan konuşmaya başladık. Ah bu erkekler yok mu hepsi aynı, aaa sen de londra'ya mı gittin nasıldı? gibi sorularla güzel bir saati geride bırakıp bir daha birbirimizi görmeme yemini ederek ayrıldık. Ayrılırken bana "bak bizim bi psikiyatrist var ben gidiyorum çok memnun kaldım, kız sen de git valla bak çok rahatlarsın" diyerek psikiyatristinin numarasını verdi. Olmuşken o da olsun, yattı balık yan gider.. Ona da gittim. Saçı uzun ama aklı selim bir amca çıktı kendisi. İlk görüşte kanım kaynadı. Konuştuk dertleştik, sırtımı sıvazlayıp "üzülme neler var neler ah kızım" dedi. "Al bu ilacı günde yarım doz, derdine derman olmazsa gel beni gör yüzüme tükür" buyurdu.

Dertlerime derman olamadın Lokman hekimim ama o uzun kır saçlarının hatrına yüzüne tükürmeyeceğim. Seni affettim gitti. Peki kime tükürücem, kime suç atıcam, nerde bu acının sorumlusu, ben nerelere gidem? Hayır, yazının amacı bu değildi. Olumsuzu olumluya çevirip onu topluma kazandırmaktı.

Karın boşluğumdaki duygu seline ve yer yer hissettiğim vücudu ateş basması, saç yolma isteği bazen anlamsız gülme krizlerine yüklediğim yeni bir misyon var. Bence bunların sebebi benim saf, ermiş kişiliğim. Ne zaman yeryüzünde bir canlı içme suyu bulamasa ben bunu bünyemde hissediyorum. Evrenin bana yolladığı bi işaret bu. Bundan kelli, her atağımda bir yetkiliye mektup yazacağım. Taki evren bana bir süper kahraman özelliği verene kadar bunu bürokratik yollardan halledeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder