Eski yeni bütün rockerların kalbi güm güm atıyor.. Okul kantinlerinden banka lobilerine her yerde bu konuşuluyor.. Vatanseverler gözyaşlarına engel olamıyor. Zamanında solcu olup parayı vurunca avrupaya kaçmış olanlar " bilemedim günün birinde bu toprakların değerleneceğini ah ah" diyor. 16'lık çıtırlar daha bu yaşta tanık olacakları tarihi olayı iple çekiyor 70'lik dedeler gözleri açık gitmeyecekleri için şükrediyorlar. Ozzy Osbourne'sa söz konusu olan, çekinme sen de ağla mutluluktan.
Manimi balla bölerek Black Sabbath'a dönmek istiyorum. Metali körpecik bedenlerimize, asi ruhlarımıza ve ergenlik sayesinde motor gibi çalışan pırıl pırıl zihinlerimize kazandıran grup. Ozzy Osbourne Birmingham'daki mahallesini zamanında kapı kapı dolaşmış, en sert delikanlıları toplamış. Kıstas basit; kim daha iyi yumruk çakıyorsa o geçer. Kolay değil, tarihin ilk metal grubunu kuracaklar. Ve yaptılar. Her genç hanım ve beyin hayalindeki şeyi gerçekleştirip dünyaca ünlü bir rock grubu olmakla kalmadılar, bir de hakkaten dünyanın ilk metal grubu ünvanını da edindiler.
Sabotaj'la Kadıköy barlarında kendinden geçen binlerce gencimiz var. Paranoid hala birçoğumuzun listesinin bir yerlerinde duruyor. Benim favori listemde baş sırayı taçlandırıyor. Iron man'se demir gibi rockçuların vazgeçilmezi. Tabi ki kınadığımız bir şarkıları yok değil. Bu gece bir fahişe bulur ve iyi bir skor yaparsam anca rahatlarım şeklinde özetlenebilecek şarkıları Dirty Woman, kadın hayranlarını hayal kırıklığına uğratıyor elbet. Ama hatasız olmak allaha mahsustur değil mi? Yıllar geçse de üstünden bu kalp seni unutur mu Black Sabbath?
1977'de Ozzy Black Sabbath'ı terk etti. Black Sabbath için kara haber, Ozzy için yepyeni bir başlangıç oldu. Blizzard of Ozz, Ozzy'nin hem şahsına hem de her bişeyine yakışır bir ses getirdi ve sahne şovları olsun sahne tasarımı olsun "neden ben buna kanlı canlı şahit olamadım yarabbim" isyanlarına yol açtı, görmeyenler için. Müziğine yakışır depresif sahneler kullandı hep. Görenler hipnoz oldular ve mr. crowly çalarken, dinlemekle kalmayıp damarlarında dolaşan müziği hissettiler. Elektro solosunu çığlıklarla karşılamadılar, kocaman olmuş göz bebekleri ve iki cm açılmış hayranlık dolu dudaklarıyla eşlik ettiler.
Değinmeden geçersem taş olacağıma inandığım bir parçası da diary of a madman. Gitarda Randy Rhodes yine coşuyor ve nerden geldiğini anlayamadığımız o asi duygularımızı, isyanımızı ve öfkemizi ortaya çıkartıyor. Albüme adını veren şarkıda can i ask a question, to help me save me from myself derken kafayı çiziyorum ve bütün dinleyenlerle aynı duyguları paylaştığıma inanmak istiyorum. Yoksa halim vahim.
Daha sonra 88'de çıkartığı albümü No Rest for the Wicked'de Devil's Daughter şarkısı bana nedense Aliye Rona'yı hatırlatıyor o yüzden karmaşık duygularla dinliyorum bu şarkıyı. "Şeytanınnn kızııııııı!!!" cümlesi tam Aliye Rona'lık değil mi ama?
Yaşlanmadığını ve asla yaşlanmayacağını daha sonra çıkardığı No More Tears ve Ozzymosis'le kanıtladı. Ne de olsa rockçu adam hızlı yaşar genç ölür. Hızlı yaşıyor ve allah başımızdan eksik etmesin, öldüğünde de ruhu gencecik olacak.
Bu akşam Kuruçeşme Arena'da da gençlere taş çıkartacağına şüphem yok. Biricik ülkemin pırıl prıl insanları bu kutsal geceyi çoktan hak etti.
Edit: hayır yapamayacağım. Bu işin magazin kısmına girmeden rahat duramayacağım a dostlar. Ozzy hakkında bunları biliyor muydunuz?
* Church of England (ingiliz cami-i şerifine)'a üyeymiş ve her konserden önce "allahım sen işimi rast eyle yarabbem" duasını etmeden kimse onu sahneye çıkartamazmış. Kesinlikle sol ayağıyla girmez, "sağ ayağıma bir şey olursa evden dışarı adım atmayacağım" dermiş dostlarına.
* Geçirdiği titreme nöbetlerini uyuşturucuya bağlayanlar, Ossy'nin aslında Parkinson benzeri bir hastalık olan Parkin sendromu yüzünden olduğunu öğrenince göt olmuşlar tabiri caizse.
* Uyuşturucu bağımlılığının Ozzy Osbourne'da hiçbir yan etkki göstermemesi İngiliz gençlerini uyuşturucuya sevk etmiş. Tıpkı Kate Moss hala kanser olmadı diye sigarayı bırakmayan milyonlar gibi. Burdan gençlerimizi uyarıyoruz. Onlar zengin kısmı, bişey olmaz, siz ayağınızı denk alın.
* İngiltere'nin en zengin insanlarından biri olduğunu söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Yakışır aslanıma.
Bu da aşka getirsin: http://fizy.com/#s/1lw4r4
30 Eylül 2010 Perşembe
29 Eylül 2010 Çarşamba
suyunun suyuna bandım
bugün inanması güç ama, tamamen tesadüfi bir şekilde eski sevgilimin eski sevgilisinin blogunu keşfettim. kız güzel yazıyormuş kıskandım. ama çok gotikmiş o açıdan kıskançlığım hafifledi.
eski manitam dediğime bakmayın, alt tarafı birkaç güncük geçirdik delikanlıyla.. gerçi delikanlımız sadece birkaç güncük gördüğü ve sonrasında birkaç hafta haber almadığı bir kadını msnden terketmekten! (hem de kadıncağız msnde değilken!) geri durmadı.. bir seneden fazla milyonlarca iyi kötü anı yaşadığı bu genç kızdan ayrılışı nasıl bir dram oldu tahmin bile edemiyorum. aslında hanım kızımızın yazdıklarından biraz tahmin ettim ve yüreğim cızzzz etti. kızım, göz var nizam var, akıl var mantık var. ama deneyim yok körpe yavrucakta.. insan sarrafı olamayacak kadar genç masum. boncuk boncuk gözlerinden akıyor erkeklere olan inancı.. ama çok değil, en fazla birkaç yıl içinde anlayacaksın erkeklerin kadınları iliklerine kadar sömürmek için dünya üzerinde bulunan birer parazit olduğunu. şaka şaka. erkekleri severim. kadınları daha çok sever ve her zaman öncelikle kadına hak veririm o ayrı.
neyse biz gelelim bu yavrucağın benim eski sevgilime düzdüğü methiyelere. adam seni aramamış, sormamış, aramışsın telefonlarını açmamış. bre kaşına gözüne kurban olduğum trip atman hatta normal insanların yapacağı gibi anında topuklaman gerekirken sen hangi akla hizmet bu adama bir de ilan-ı aşk eylersin?! bak vakt-i zamanında bir psikologumun da buyurduğu gibi: sorunlu adamdan ışık hızıyla kaçmak farzdır, sevaptır. yok ben kaçmam dersen hayat boyu kovalarsın. yine kovala, ben sana kovalama demiyorum, ama hobi olarak.. (annem gibi konuşmaya başlayınca beynim error verdi afedersin)
her şey bir yana, sen o içten saf temiz duygularını inci gibi yazmışsın bir bir. hani bir yorum hani bir beğeni asıl oğlandan? yorumu gece yatak odasında yapan adamdan hayır gelmez. sevdiceğini herkesin huzurunda onore (honoured) edemeyen erkek benim gözümde kılkuyruktur, sahtedir, yapmacıktır.
sadede gel diyenleri duyar gibi oldum, konuya giriyorum. eski sevgilimin aslında bir başkasının daha çok eski sevgilisi olduğunu öğrenmek bağrımı dağladı dostlarım. meyer benim iki koca günde yaşadığım o anların kat be katını bir başkası yaşamış üstelik onunla beraber yaşlanma hayalleri kurmuş, kimbilir belki de beraber kurmuşlar. bütün anılarım ihanete uğradı, kendimi aldatılmış hissediyorum. tarih değişir mi? değişir ulan! değişti işte. tarihte bir eski sevgilim vardı. meğer zaten başkasının eski sevgilisiymiş o. artık benim hiçbir şeyim. onun hala eski sevgilisi. ihanet buymuş kadim dostlarım.
http://fizy.com/#s/15036l
eski manitam dediğime bakmayın, alt tarafı birkaç güncük geçirdik delikanlıyla.. gerçi delikanlımız sadece birkaç güncük gördüğü ve sonrasında birkaç hafta haber almadığı bir kadını msnden terketmekten! (hem de kadıncağız msnde değilken!) geri durmadı.. bir seneden fazla milyonlarca iyi kötü anı yaşadığı bu genç kızdan ayrılışı nasıl bir dram oldu tahmin bile edemiyorum. aslında hanım kızımızın yazdıklarından biraz tahmin ettim ve yüreğim cızzzz etti. kızım, göz var nizam var, akıl var mantık var. ama deneyim yok körpe yavrucakta.. insan sarrafı olamayacak kadar genç masum. boncuk boncuk gözlerinden akıyor erkeklere olan inancı.. ama çok değil, en fazla birkaç yıl içinde anlayacaksın erkeklerin kadınları iliklerine kadar sömürmek için dünya üzerinde bulunan birer parazit olduğunu. şaka şaka. erkekleri severim. kadınları daha çok sever ve her zaman öncelikle kadına hak veririm o ayrı.
neyse biz gelelim bu yavrucağın benim eski sevgilime düzdüğü methiyelere. adam seni aramamış, sormamış, aramışsın telefonlarını açmamış. bre kaşına gözüne kurban olduğum trip atman hatta normal insanların yapacağı gibi anında topuklaman gerekirken sen hangi akla hizmet bu adama bir de ilan-ı aşk eylersin?! bak vakt-i zamanında bir psikologumun da buyurduğu gibi: sorunlu adamdan ışık hızıyla kaçmak farzdır, sevaptır. yok ben kaçmam dersen hayat boyu kovalarsın. yine kovala, ben sana kovalama demiyorum, ama hobi olarak.. (annem gibi konuşmaya başlayınca beynim error verdi afedersin)
her şey bir yana, sen o içten saf temiz duygularını inci gibi yazmışsın bir bir. hani bir yorum hani bir beğeni asıl oğlandan? yorumu gece yatak odasında yapan adamdan hayır gelmez. sevdiceğini herkesin huzurunda onore (honoured) edemeyen erkek benim gözümde kılkuyruktur, sahtedir, yapmacıktır.
sadede gel diyenleri duyar gibi oldum, konuya giriyorum. eski sevgilimin aslında bir başkasının daha çok eski sevgilisi olduğunu öğrenmek bağrımı dağladı dostlarım. meyer benim iki koca günde yaşadığım o anların kat be katını bir başkası yaşamış üstelik onunla beraber yaşlanma hayalleri kurmuş, kimbilir belki de beraber kurmuşlar. bütün anılarım ihanete uğradı, kendimi aldatılmış hissediyorum. tarih değişir mi? değişir ulan! değişti işte. tarihte bir eski sevgilim vardı. meğer zaten başkasının eski sevgilisiymiş o. artık benim hiçbir şeyim. onun hala eski sevgilisi. ihanet buymuş kadim dostlarım.
http://fizy.com/#s/15036l
22 Eylül 2010 Çarşamba
ahlak zabıtalarımız arı gibi çalışıyor!
Tophane'de bir sergi açılışı.. Varillerle içki içiliyor.. Permalı sarı saçlarını semaya kabartmış 20 cm topuklu kadınların kahkahaları havada yankılanıyor.. ağzında sakız ayaklarında timsah derisi ayakkabılarıyla orta yaşlı birkaç erkek mahallede ekmek almaya çıkmış 13 yaşındaki varoş kızın etrafında bir çember oluşturmuşlar memişlerini elleyip isterik gülüşmelerle eğleniyorlar.. kızın ağzına zorla viski boşaltıyorlar. tabi bir yandan da sokakta park ettikleri üstü açık mercedeslerinden son ses komençero çalıyor. zavallı mahalleli dehşet içinde! genç kızı bu sosyete piçlerinin elinden kurtarmak ve bu soytarılığa bir son vermek iiçin mahallenin en yaşlı ve olgun kişisi balıkçı orhan amca geliyor ve tüm sakinliğiyle "beyler bayanlar burası sakin bir muhittir lütfen hareketlerinizi kontrol ediniz" uyarısında bulunuyor. ama bu sosyetik piçlerin fırlamalıklarından nasibini alıyor ve çember içine alınıp itilip kakılma sırası ona geliyor. göz yaşlarıyla kahkahalar birbirine karışıyor ve artık tahamülü kalmayan delikanlı gençler duruma el atıyor. kaba kuvvet kullanmaya mecbur kalıyorlar. sadece namuslarını, gururlarını ve sükunetlerini korumak adına!
"Tophane'deki sergi açılışnda içki içenler ne yapmış, nasıl davranmış da dayak yemişler bir de ona bakmak lazım" diyenler acaba böyle bir görüntü mü canlandırıyorlar kafalarında? Bu 80'lerin yoz, sığ türk filmlerinden bir kare arkadaşım üzülme! böyle olmadığı çok açık. insanlar içkileriyle galerinin dışında sohbet ettikleri için dayak yediler, gaz bombalarına maruz kaldılar. belki o bile değil! belki de çok daha önceden belliydi bu saldırı ne malum? tayyibe uzanan eller kırılsın çünkü! "ben değiştim demedim, geliştim dedim" derken taktığı maskeyi gösteren bir sergi ne de olsa.
kaldı ki bu olayı derinleştirmeden, gürültüden rahatsız olmuş mahallelinin saldırısı olarak görmüş olsak bile akıl almaz, vicdana sığmaz bir olay olduğu gerçeği değişmiyor. ortada linç! girişimi var! sebep ne olursa olsun bu orta çağ eylemidir. hoş türkiye'de linç girişimlerini ve başarılı sonuçlanmışlarını pek çok kez gördük. bunun beyoğlunda bir sanat galerisine yönelik olması ise laiklikten şeriata giden yol filminin ilk karelerini andırıyor özellikle Ankara'da polisin ahlak zabıtalığna soyunup elele tutuşan çiftleri uygunsuz hal ve hareketle suçlayıp topladığı, bunları sert bir şekilde uyardığı ve haklarında soruşturma açtığı da düşünülünce! ( tabi öyle bir film olsaydı)(ben fonda da requem for a dream'in film müziğini hayal ettim daha tüyler ürpertici oldu).
12 eylülde sandıktan yüzde 58'lik bir byük evet çıktı. artık güçlerinin farkına daha iyi varmış bir gerici ordusu var. hükümette de ister asaaar ister keser bir başbakan. beraber ister asarlar ister keserler, nasılsa yargılanma korkuları kalmadı!
bu da moralinizi düzeltsin: http://fizy.com/#s/1ci2e1
"Tophane'deki sergi açılışnda içki içenler ne yapmış, nasıl davranmış da dayak yemişler bir de ona bakmak lazım" diyenler acaba böyle bir görüntü mü canlandırıyorlar kafalarında? Bu 80'lerin yoz, sığ türk filmlerinden bir kare arkadaşım üzülme! böyle olmadığı çok açık. insanlar içkileriyle galerinin dışında sohbet ettikleri için dayak yediler, gaz bombalarına maruz kaldılar. belki o bile değil! belki de çok daha önceden belliydi bu saldırı ne malum? tayyibe uzanan eller kırılsın çünkü! "ben değiştim demedim, geliştim dedim" derken taktığı maskeyi gösteren bir sergi ne de olsa.
kaldı ki bu olayı derinleştirmeden, gürültüden rahatsız olmuş mahallelinin saldırısı olarak görmüş olsak bile akıl almaz, vicdana sığmaz bir olay olduğu gerçeği değişmiyor. ortada linç! girişimi var! sebep ne olursa olsun bu orta çağ eylemidir. hoş türkiye'de linç girişimlerini ve başarılı sonuçlanmışlarını pek çok kez gördük. bunun beyoğlunda bir sanat galerisine yönelik olması ise laiklikten şeriata giden yol filminin ilk karelerini andırıyor özellikle Ankara'da polisin ahlak zabıtalığna soyunup elele tutuşan çiftleri uygunsuz hal ve hareketle suçlayıp topladığı, bunları sert bir şekilde uyardığı ve haklarında soruşturma açtığı da düşünülünce! ( tabi öyle bir film olsaydı)(ben fonda da requem for a dream'in film müziğini hayal ettim daha tüyler ürpertici oldu).
12 eylülde sandıktan yüzde 58'lik bir byük evet çıktı. artık güçlerinin farkına daha iyi varmış bir gerici ordusu var. hükümette de ister asaaar ister keser bir başbakan. beraber ister asarlar ister keserler, nasılsa yargılanma korkuları kalmadı!
bu da moralinizi düzeltsin: http://fizy.com/#s/1ci2e1
21 Eylül 2010 Salı
Endişe, korku, haset eşittir facebook
Bu Facebook adamı paranoyak yapar. "Ne düşünüyorsun canım?" diye soruyor ya her daim, kardeş herkes bunu siyaset meydanında sorulan çok kritik bir soru gibi algılıyor ve gerçeği söylemesse ülke elden gidecekmiş gibi ne düşünüyorsa onu yazıyor. Akıl bu, her şeyi düşünür her an zırvalıyor olabilirm aynen yazmıyım demek yok! O an aklından burnumu karıştırıp tatağımı top yapıp üstüne atmak istiyorum geçiyorsa onu yazanlar var.. Ya da "listemdeki iğrenç yaratık sana sesleniyorum hemen terket bu toprakları" buyuruyor, kime kızdıysa artık!
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, ikinci tekil şahıs kullanılan yerde üstüne alınmaz mısın? ben alınıyorum kardeşim! sonra kara kara düşünüyorum ben ne yaptım bu denyoya niye şimdi böyle bişey dedi diye.. Ya da dün mojito içtim o ye yazmış. e afiyet olsun bacım da şimdi mi söylenir?! çağırsaydın da karşılıklı içseydik?
Ya da nisbet mi yapıyosun ki nedir o mojitomu içtim pek mutluyem uçuyoremler falan? İçen var içemeyen var, kadehi 20 tlden başlıyor boru değil..
Facebook statüsüyle arkadaş listesindekilere seslenenler size sesleniyorum: Asabımı bozuyor psikolojimle oynuyorsunuz! Lafınız kimeyse adam gibi özelden mesaj atın totoşlar.. Şimdi burdan okumayanlar varsa diye feysbook sayfama da yazıcam.. artık senli diil onlu konuşun da biz de yorum yapalım gönül rahatlığıyla!
Edit: Ehe kabul bu yazıyla birine laf çakıyorum.. üstüne alınan oldu mu lan?
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, ikinci tekil şahıs kullanılan yerde üstüne alınmaz mısın? ben alınıyorum kardeşim! sonra kara kara düşünüyorum ben ne yaptım bu denyoya niye şimdi böyle bişey dedi diye.. Ya da dün mojito içtim o ye yazmış. e afiyet olsun bacım da şimdi mi söylenir?! çağırsaydın da karşılıklı içseydik?
Ya da nisbet mi yapıyosun ki nedir o mojitomu içtim pek mutluyem uçuyoremler falan? İçen var içemeyen var, kadehi 20 tlden başlıyor boru değil..
Facebook statüsüyle arkadaş listesindekilere seslenenler size sesleniyorum: Asabımı bozuyor psikolojimle oynuyorsunuz! Lafınız kimeyse adam gibi özelden mesaj atın totoşlar.. Şimdi burdan okumayanlar varsa diye feysbook sayfama da yazıcam.. artık senli diil onlu konuşun da biz de yorum yapalım gönül rahatlığıyla!
Edit: Ehe kabul bu yazıyla birine laf çakıyorum.. üstüne alınan oldu mu lan?
16 Eylül 2010 Perşembe
İsim takmadan önce iki kere düşün
Sonra çok utanabilirsin! (Edit: Bir daha düşündüm de.. kesinlikle isminin hakkını veriyormuş! Bkz. pis bitli hippi)
Dün o "pis bitli hippi" (çok utanıyorum) eski sevgilimin evine gittim. İş yerimin bir üst sokağında oturuyomuş. Giderken aklımda "napıyorum ben? ya şimdi yazmaya başlarsa? Iyyyy" gibi pis düşünceler dolanıyodu. Kapıda karşılaştık, baktım elinde torbalar, içkiler alınmış.. tabi ki içmedim.. bir fincan filtre kahve istedim bi de onun birasından iki yudumcuk içtim ki yanlış bişey yapmıyım.. evi çok güzel, her yerinde çiçekler açmış bahçe gibi bi ev.. balkonda kendi yaptığı kocaman bi kafesin içinde dört tane küçük hintli kuş var.. türk kızlarını ağına düşürmek için her türlü donanım mevcut. romantik bir ev. seksi bir oda. peh! dedim. zerre değişmemiş.
balkonda oturup muhabbet etmeye başladık. her zamanki gibi konu politikaya geldi.. o sıkı bir liberal, bense sosyalist. tartışmaya daha başındayken nokta koymaya karar verdik; nitekim bu sefer ev en üst kattaydı ve birbirimizi balkondan atsak pek şansımız olmazdı. sonra kısa bi sessizlik oldu, rahatsız edici cinsten. huzursuz bi sessizlik.. "üf ne desem ki? çok sıkıldı kesin" düşünceleri havada fink atıyor.. dolayısıyla eski günlerden konuşmaya karar verdik! benim eskiden ne ketum, ne soğuk, ne kinayeli uyuz bi sevgili olduğumu anlatmaya başladı yine. artık çok değişmişmişim, gayet rahat konuşabiliyomuşmuş benimle. (3 senedir ikinci kez buluşuyoruz, ilkinde 1 saat oturmuştuk sadece).. ben de bütün suçlamaları kabul ettim (çünkü doğruydu) ve onun beni aldattığını itiraf edip üstüne bi de aldatıldığım kızın detayları, her gün aynı yemek yenmez cümlesi vesaireyle özgüvenimin bilinçli olarak içine ettiği geceye döndüm. aslıında bunları atlatalı üç sene oldu. evet o gece ve takip eden birkaç gün hayatımın en zor günleri olmuştur belki ama etkisi çok uzun sürmemişti.gel gör ki dün ona farkında olmadan hesap sormaya başladığımda bunu atlatamamış olduğumu şaşkınlıkla gördüm. bir an boğazım düğümlendi gözlerim doldu ve konuşmaya devam edersem ağlıcağımı, ağlarsam onun beni teselli etmeye çalışıp yakınlaşıcağını düşündüm.. ama devam etmezsem de anlıcaktı ve kaçışım yoktu. bir an ne diceğimi bilemedim ve tamam sorun yok.. ımmm.. ben sadece.. gibi saçmalarken kendimi topladım. ona dönüp baktığımda yüzündeki hayreti okudum.. duygu bocalamama anlam verememişti, gözlerinden de üzüldüğü belli oluyodu. o da ne diceğini bilememişti galiba çok çaresiz bakıyodu. sonra özür diledi, şimdi buraya yazmamın çok saçma olacağı bir sürü şey geveledi.. nedense bana çok inandırıcı geldi ve çok rahatladım. bişey hissettiğimden ya da istediğimden değil. sadece geçmişimdeki kara bi lekenin temizlenmiş olması bana huzur verdi o kadar.
Kırılmış onurumu tamir ettikten sonra daha rahat muhabbet etmeye başladık. Muhabbet kuşları gibi.. cırcırcır konuştuk.. tabi ki anlaşamadığımız bi konu yine çıktı. bilmem ne günü ben sana şöyle demiştim de sen bana böyle cevap vermiştin dediğim bir olayı hatırlamadı ve böyle bişey olmuş olsa günlüğüme yazardım kesin ben her şeyi kelimesi kelimesine yazıyorum dedi. gerçekten de yazıyomuş! onlarca defterin arasından sözünü ettiğim tarihli olanı çıkardı ve aramaya başladı. o anda benimle ilk tanıştığında benim hakkımda yazdıklarını merak ettim.. şeytan dürttü. bin bir dil döküp biraz cilve yaptıktan sonra arkasının tatlıya bağlanma! ihtimalini düşünerek okumama izin verdi.
Birinin günlüğünde kendi ismini okumak, seninle ilgili hissetiklerini dikizlemek çok garipmiş. yanımda olmasa, gizlice okusam (yapmadığım şey değil, ablamın günlüklerini hep okurdum çok heyecanlıydı) daha rahat olurdum ama o yanımda beni izlerken pek tuhaf oldu. Benimle ilgili bu kadar güzel şeyler hissetmiş olcağını hiç aklıma getirmezdim.. sanırım ben kimseyle ilgili o kadar güzel şeyler hissetmedim. ya da o kadar güzel anlatamazdım bilmiyorum. okurken ağzım bi karış açık, aynı zamanda yüzümde şapşal bi tebessümle şabana benziyodum sanırım.
neyseki yolumdan sapmadım. bir an için içim erise de bunun sadece ego tatmini olduğunu farkedip çıktım ve evimin yolunu tuttum. şimdi hem gururlu hem mutlu hem de kararlı ışıl ışıl bir genç olarak geleceğe umutla bakıyorum.
Dün o "pis bitli hippi" (çok utanıyorum) eski sevgilimin evine gittim. İş yerimin bir üst sokağında oturuyomuş. Giderken aklımda "napıyorum ben? ya şimdi yazmaya başlarsa? Iyyyy" gibi pis düşünceler dolanıyodu. Kapıda karşılaştık, baktım elinde torbalar, içkiler alınmış.. tabi ki içmedim.. bir fincan filtre kahve istedim bi de onun birasından iki yudumcuk içtim ki yanlış bişey yapmıyım.. evi çok güzel, her yerinde çiçekler açmış bahçe gibi bi ev.. balkonda kendi yaptığı kocaman bi kafesin içinde dört tane küçük hintli kuş var.. türk kızlarını ağına düşürmek için her türlü donanım mevcut. romantik bir ev. seksi bir oda. peh! dedim. zerre değişmemiş.
balkonda oturup muhabbet etmeye başladık. her zamanki gibi konu politikaya geldi.. o sıkı bir liberal, bense sosyalist. tartışmaya daha başındayken nokta koymaya karar verdik; nitekim bu sefer ev en üst kattaydı ve birbirimizi balkondan atsak pek şansımız olmazdı. sonra kısa bi sessizlik oldu, rahatsız edici cinsten. huzursuz bi sessizlik.. "üf ne desem ki? çok sıkıldı kesin" düşünceleri havada fink atıyor.. dolayısıyla eski günlerden konuşmaya karar verdik! benim eskiden ne ketum, ne soğuk, ne kinayeli uyuz bi sevgili olduğumu anlatmaya başladı yine. artık çok değişmişmişim, gayet rahat konuşabiliyomuşmuş benimle. (3 senedir ikinci kez buluşuyoruz, ilkinde 1 saat oturmuştuk sadece).. ben de bütün suçlamaları kabul ettim (çünkü doğruydu) ve onun beni aldattığını itiraf edip üstüne bi de aldatıldığım kızın detayları, her gün aynı yemek yenmez cümlesi vesaireyle özgüvenimin bilinçli olarak içine ettiği geceye döndüm. aslıında bunları atlatalı üç sene oldu. evet o gece ve takip eden birkaç gün hayatımın en zor günleri olmuştur belki ama etkisi çok uzun sürmemişti.gel gör ki dün ona farkında olmadan hesap sormaya başladığımda bunu atlatamamış olduğumu şaşkınlıkla gördüm. bir an boğazım düğümlendi gözlerim doldu ve konuşmaya devam edersem ağlıcağımı, ağlarsam onun beni teselli etmeye çalışıp yakınlaşıcağını düşündüm.. ama devam etmezsem de anlıcaktı ve kaçışım yoktu. bir an ne diceğimi bilemedim ve tamam sorun yok.. ımmm.. ben sadece.. gibi saçmalarken kendimi topladım. ona dönüp baktığımda yüzündeki hayreti okudum.. duygu bocalamama anlam verememişti, gözlerinden de üzüldüğü belli oluyodu. o da ne diceğini bilememişti galiba çok çaresiz bakıyodu. sonra özür diledi, şimdi buraya yazmamın çok saçma olacağı bir sürü şey geveledi.. nedense bana çok inandırıcı geldi ve çok rahatladım. bişey hissettiğimden ya da istediğimden değil. sadece geçmişimdeki kara bi lekenin temizlenmiş olması bana huzur verdi o kadar.
Kırılmış onurumu tamir ettikten sonra daha rahat muhabbet etmeye başladık. Muhabbet kuşları gibi.. cırcırcır konuştuk.. tabi ki anlaşamadığımız bi konu yine çıktı. bilmem ne günü ben sana şöyle demiştim de sen bana böyle cevap vermiştin dediğim bir olayı hatırlamadı ve böyle bişey olmuş olsa günlüğüme yazardım kesin ben her şeyi kelimesi kelimesine yazıyorum dedi. gerçekten de yazıyomuş! onlarca defterin arasından sözünü ettiğim tarihli olanı çıkardı ve aramaya başladı. o anda benimle ilk tanıştığında benim hakkımda yazdıklarını merak ettim.. şeytan dürttü. bin bir dil döküp biraz cilve yaptıktan sonra arkasının tatlıya bağlanma! ihtimalini düşünerek okumama izin verdi.
Birinin günlüğünde kendi ismini okumak, seninle ilgili hissetiklerini dikizlemek çok garipmiş. yanımda olmasa, gizlice okusam (yapmadığım şey değil, ablamın günlüklerini hep okurdum çok heyecanlıydı) daha rahat olurdum ama o yanımda beni izlerken pek tuhaf oldu. Benimle ilgili bu kadar güzel şeyler hissetmiş olcağını hiç aklıma getirmezdim.. sanırım ben kimseyle ilgili o kadar güzel şeyler hissetmedim. ya da o kadar güzel anlatamazdım bilmiyorum. okurken ağzım bi karış açık, aynı zamanda yüzümde şapşal bi tebessümle şabana benziyodum sanırım.
neyseki yolumdan sapmadım. bir an için içim erise de bunun sadece ego tatmini olduğunu farkedip çıktım ve evimin yolunu tuttum. şimdi hem gururlu hem mutlu hem de kararlı ışıl ışıl bir genç olarak geleceğe umutla bakıyorum.
14 Eylül 2010 Salı
Aşkın kitabını marksistler yazmış 1
Dün akşam bir kitaba başladım. Tanıyanlar bilir çok okurum elimden kitap düşmez gözümden zeka fışkırır (öhöm). Tamam itiraf ediyorum. Son bir aydır başladığım bütün kitapları yarıda bırakıyorum. (Momo hariç!) Ama bu sefer farklı olacak, büyük ihtimalle bu gece bitmiş olur. E konu aşk olunca benim için akan sular duruyor tabi. Aşk filmi, aşk şarkıları, aşk karikatürleri, kalp şeklinde yastıklar, çikolatalar, aşk-ı memnu, johnny depp... kısacası her tür fanfinifinfon ilgi alanıma giriyor.
O yüzden başucumda üzerinde Aşk Üzerine yazan bi kitap bulunca "bu bi işaret olmalı, eros beni duymuş bana 'aşkın kitabını yazamadın al bari yazılmışını oku' demiş" diye heyecanlandım ve biraz da üzüldüm tabi. "bu ne acele yüce eros, bekleseydin benim de zamanım gelecekti" diyecek oldum ama sonra isyan etmenin faydası olmayacağından caydım. Hemen ablama döndüm, "kız müberra bak eros-u te'ala bana işaret yolladı, bu işi erbablarına bırak diyo galiba" dedim. Kendisi benden 3 yaş büyük olur ve sülalemize yaraşır derecede zeki olsa da metafizikten, işaretten, evrenin dilinden pek anlamaz. Zaten ben daha zeki olduğum için ailede daha çok sevilir sayılırım da üzülmesin kıskanmasın diye belli edilmez ona. "Ha ben aldım o kitabı, oku bak çok güzel" dediğinde bi kere daha anladım. Erosla aramdaki ilişkiyi kıskanmıştı bu sefer de.. Kıskançlık ayrı bir yazının konusu tabi... Gelelim aşka..
Şimdi neden aşık olup duruyoruz bok mu var amk? (evet ayran gönüllüyüm, kim değil ki?). İşte Alain De Botton, bu kitapta neden aşık olduğumuzu söylemiş.. Şimdi sıkı durun, nedenini bilirsek aşkı ortadan kaldırabiliriz!! Bi kere aşk can sıkıntısından oluyormuş. Ben kendi çözümümü buldum. Makyaj kursuna gidip kendimi böyle oyalamayı, günün birinde de ünlü bir makyaj, hatta belki de special effect uzmanı olarak bu yararsız duyguyu yararlı bir aktiviteye dönüştürmeyi planlıyorum. Böylece aşık olup zaman harcıcağıma, aşk filmlerinde makyajcı olup para kazanırım sanata da bir katkım olur.
Botton diyor ki; güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa.. tam cümlesini hatırlamıyorum ama en azından bu anlama geliyordu. Güzelliği ikiye ayırıyor yazar, bir mükemmel güzellik (johnny depp), iki gerçek güzellik (veli). Mükemmel güzellik bizde bir duygu seli yaratmıyormuş, çünkü biliyormuşuz ki johnny depp sadece benim için değil ayşe ve fatma için de güzel, yani çok güzel, çok seksi ama bir özelliği yok. Velinin güzelliğiyse bizi koltuktan hop oturtup hop kaldırıyor, yemeden içmeden kesiyor, nolur o da beni sevsin dedirtiyor, kısaca bizi aşık ediyormuş kendine.. neden? çünkü velinin yamuk burnu, sol kaşının üstündeki beni, tek kulak memesinin hafif yukarı kıvrık olması sadece benim bakıp farkedebileceğim ya da sadece benim hoşuma gidecek özelliklermiş yani çok özelmiş. Yani aşk, kendini özel hissedebilmek için sevgilinin kusurlarını sevmektir diyebiliriz bu durumda. Kimse onu senin gördüğün gibi göremesin diye.. Ben bunu çok iyi anlıyorum. İlk sevgilim İlkerin yeşil gözlerine hastaydım.. bakar bakar içim erirdi. ama kimse onun gözlerini benim gördüğüm gibi göremezdi; çünkü çocuğun gözleri aslında kahverengiydi. Ayrıldıktan sonra gördüğümde arkadaşlarımla o kadar inatlaştığım için çok utanmıştım nitekim artık ben de onların gözüyle bakıyor ve kahverengi olduklarını görüyordum. İşte bak sen aşk nelere kadir!
Aşk karşılık bulduğunda genelde biter, diyor.. evet kısmen katılıyorum, genelde böyle olmaz mı? gözünde birini büyütürsün, güzelleştirirsin, erkekleştirirsin / dişileştirirsin.. belki başkası yapsa tebessüm bile etmeyeceğin esprilerine katıla katıla gülersin. sonra o da sana kendini bırakırsa "hop noluyoruz yoo?!" der, şaşırırsın.. çünkü sen var olmayan birini yaratmışsın zaten, neden? kendinden üstün birine ihtiyaç duyduğun için.. ya da karşındakini kendinden üstün gördüğün için aşık olmuşsundur. o senden üstünse sana aşık olamaz.. sana aşık oluyorsa senden üstün değildir. onca zaman kafanda büyüttüğün özellikler, bir anda pıs diye söner ve gerçeklerle yüzyüze gelirsin. ve hazin son kapıya dayanmıştır. aşk bitmiştir, en azından senin için. demiş yazar. aşağı yukarı.. böyle olabilirmiş, ya da... aşkın karşılık gördüğünde mutlu olup aynı duygularla ilişkiye devam edermişsin. bu iki farklı sonuçsa senin kendini ne kadar sevdiğin ya da kendinden ne kadar nefret ettiğinle ilgiliymiş. eğer ben kendimi seviyorsam karşımdakinin beni sevmesini abest bulmayacağım için bana aşık olması beni şaşırtmaz ve ilişkiyi sorgulamama neden olmazmış. yok ben kendimen nefret ediyorsam benim aşık olduğum adam bana nasıl aşık olabilir ki diye şüpheye düşüyormuşum ve karşımdakine olan hayranlığım bir anda geçiyormuş. valla adam böyle anlatmış ama ben bazen öyle oluyorum bazen böyle, buna ne demeli? bazen karşılık gördüğüm anda soğuyorum ve ayaklarım kıçıma değe değe kaçıyorum, bazen de karşılık görünce kedi gibi yavşıyorum. o zaman ben kendimle çok inişli çıkışlı bir ilişki mi yaşıyorum acaba? bugün nefret ediyorum yarın seviyorum belki de.. bu da ayrı bir vaka ama bundan bahsetmemiş henüz. belki bi dahaki bölümde anlatır.
botton, birşeyi daha açıklığa kavuşturuyor gençler, çok önemli! "tanıdıkça seversin" evet. atalar her zaman doğrusunu söylemiş. bak adam da diyor: ilk görüşte aşkla başlayan ilişkiler iyi başlayıp kötüye doğru gider. zamanla birbirini tanıyarak gelişen ilişkilerse sonradan aşka dönüşür ve daha kalıcı olurmuşmuş. bence doğru. benim vakt-i zamanında ilk görüşte yıldırım aşkına tutulduğum bir hippi sevgilim vardı. ilişkimizin ilk dakikası en yoğun hissettiğim dönemdi ve sonra git gide git gide soğudum. sonunda da onu pis bitli hippi olarak hatırlar hale geldim. halbuki başka bir sevdiceğim oldu sonradan. başta yine aşık oldum ama sadece bi gece. sonra hemen ertesinde soğudum ve ilişkimiz ben soğuduktan sonra başladı. ama gitgide kendisini pek bi sevmiştim. zamanla, tanıdıkça aşık olmaya başlamıştım.. ta ki başka birine ilk görüşte aşık olana kadar. o zaman yıldırım aşkı ağır bastı tabi.
kıssadan hisse, boton ve ben diyoruz ki: senin sevdiğin değil, seni seven!
not: başlıktaki "1" den bunun bir yazı dizisi olcağını anlamışsınızdır. evet bir kitap üzerine yazı dizisi yazacak kadar arakçıyım. sadece okumaya üşenenler için.
O yüzden başucumda üzerinde Aşk Üzerine yazan bi kitap bulunca "bu bi işaret olmalı, eros beni duymuş bana 'aşkın kitabını yazamadın al bari yazılmışını oku' demiş" diye heyecanlandım ve biraz da üzüldüm tabi. "bu ne acele yüce eros, bekleseydin benim de zamanım gelecekti" diyecek oldum ama sonra isyan etmenin faydası olmayacağından caydım. Hemen ablama döndüm, "kız müberra bak eros-u te'ala bana işaret yolladı, bu işi erbablarına bırak diyo galiba" dedim. Kendisi benden 3 yaş büyük olur ve sülalemize yaraşır derecede zeki olsa da metafizikten, işaretten, evrenin dilinden pek anlamaz. Zaten ben daha zeki olduğum için ailede daha çok sevilir sayılırım da üzülmesin kıskanmasın diye belli edilmez ona. "Ha ben aldım o kitabı, oku bak çok güzel" dediğinde bi kere daha anladım. Erosla aramdaki ilişkiyi kıskanmıştı bu sefer de.. Kıskançlık ayrı bir yazının konusu tabi... Gelelim aşka..
Şimdi neden aşık olup duruyoruz bok mu var amk? (evet ayran gönüllüyüm, kim değil ki?). İşte Alain De Botton, bu kitapta neden aşık olduğumuzu söylemiş.. Şimdi sıkı durun, nedenini bilirsek aşkı ortadan kaldırabiliriz!! Bi kere aşk can sıkıntısından oluyormuş. Ben kendi çözümümü buldum. Makyaj kursuna gidip kendimi böyle oyalamayı, günün birinde de ünlü bir makyaj, hatta belki de special effect uzmanı olarak bu yararsız duyguyu yararlı bir aktiviteye dönüştürmeyi planlıyorum. Böylece aşık olup zaman harcıcağıma, aşk filmlerinde makyajcı olup para kazanırım sanata da bir katkım olur.
Botton diyor ki; güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa.. tam cümlesini hatırlamıyorum ama en azından bu anlama geliyordu. Güzelliği ikiye ayırıyor yazar, bir mükemmel güzellik (johnny depp), iki gerçek güzellik (veli). Mükemmel güzellik bizde bir duygu seli yaratmıyormuş, çünkü biliyormuşuz ki johnny depp sadece benim için değil ayşe ve fatma için de güzel, yani çok güzel, çok seksi ama bir özelliği yok. Velinin güzelliğiyse bizi koltuktan hop oturtup hop kaldırıyor, yemeden içmeden kesiyor, nolur o da beni sevsin dedirtiyor, kısaca bizi aşık ediyormuş kendine.. neden? çünkü velinin yamuk burnu, sol kaşının üstündeki beni, tek kulak memesinin hafif yukarı kıvrık olması sadece benim bakıp farkedebileceğim ya da sadece benim hoşuma gidecek özelliklermiş yani çok özelmiş. Yani aşk, kendini özel hissedebilmek için sevgilinin kusurlarını sevmektir diyebiliriz bu durumda. Kimse onu senin gördüğün gibi göremesin diye.. Ben bunu çok iyi anlıyorum. İlk sevgilim İlkerin yeşil gözlerine hastaydım.. bakar bakar içim erirdi. ama kimse onun gözlerini benim gördüğüm gibi göremezdi; çünkü çocuğun gözleri aslında kahverengiydi. Ayrıldıktan sonra gördüğümde arkadaşlarımla o kadar inatlaştığım için çok utanmıştım nitekim artık ben de onların gözüyle bakıyor ve kahverengi olduklarını görüyordum. İşte bak sen aşk nelere kadir!
Aşk karşılık bulduğunda genelde biter, diyor.. evet kısmen katılıyorum, genelde böyle olmaz mı? gözünde birini büyütürsün, güzelleştirirsin, erkekleştirirsin / dişileştirirsin.. belki başkası yapsa tebessüm bile etmeyeceğin esprilerine katıla katıla gülersin. sonra o da sana kendini bırakırsa "hop noluyoruz yoo?!" der, şaşırırsın.. çünkü sen var olmayan birini yaratmışsın zaten, neden? kendinden üstün birine ihtiyaç duyduğun için.. ya da karşındakini kendinden üstün gördüğün için aşık olmuşsundur. o senden üstünse sana aşık olamaz.. sana aşık oluyorsa senden üstün değildir. onca zaman kafanda büyüttüğün özellikler, bir anda pıs diye söner ve gerçeklerle yüzyüze gelirsin. ve hazin son kapıya dayanmıştır. aşk bitmiştir, en azından senin için. demiş yazar. aşağı yukarı.. böyle olabilirmiş, ya da... aşkın karşılık gördüğünde mutlu olup aynı duygularla ilişkiye devam edermişsin. bu iki farklı sonuçsa senin kendini ne kadar sevdiğin ya da kendinden ne kadar nefret ettiğinle ilgiliymiş. eğer ben kendimi seviyorsam karşımdakinin beni sevmesini abest bulmayacağım için bana aşık olması beni şaşırtmaz ve ilişkiyi sorgulamama neden olmazmış. yok ben kendimen nefret ediyorsam benim aşık olduğum adam bana nasıl aşık olabilir ki diye şüpheye düşüyormuşum ve karşımdakine olan hayranlığım bir anda geçiyormuş. valla adam böyle anlatmış ama ben bazen öyle oluyorum bazen böyle, buna ne demeli? bazen karşılık gördüğüm anda soğuyorum ve ayaklarım kıçıma değe değe kaçıyorum, bazen de karşılık görünce kedi gibi yavşıyorum. o zaman ben kendimle çok inişli çıkışlı bir ilişki mi yaşıyorum acaba? bugün nefret ediyorum yarın seviyorum belki de.. bu da ayrı bir vaka ama bundan bahsetmemiş henüz. belki bi dahaki bölümde anlatır.
botton, birşeyi daha açıklığa kavuşturuyor gençler, çok önemli! "tanıdıkça seversin" evet. atalar her zaman doğrusunu söylemiş. bak adam da diyor: ilk görüşte aşkla başlayan ilişkiler iyi başlayıp kötüye doğru gider. zamanla birbirini tanıyarak gelişen ilişkilerse sonradan aşka dönüşür ve daha kalıcı olurmuşmuş. bence doğru. benim vakt-i zamanında ilk görüşte yıldırım aşkına tutulduğum bir hippi sevgilim vardı. ilişkimizin ilk dakikası en yoğun hissettiğim dönemdi ve sonra git gide git gide soğudum. sonunda da onu pis bitli hippi olarak hatırlar hale geldim. halbuki başka bir sevdiceğim oldu sonradan. başta yine aşık oldum ama sadece bi gece. sonra hemen ertesinde soğudum ve ilişkimiz ben soğuduktan sonra başladı. ama gitgide kendisini pek bi sevmiştim. zamanla, tanıdıkça aşık olmaya başlamıştım.. ta ki başka birine ilk görüşte aşık olana kadar. o zaman yıldırım aşkı ağır bastı tabi.
kıssadan hisse, boton ve ben diyoruz ki: senin sevdiğin değil, seni seven!
not: başlıktaki "1" den bunun bir yazı dizisi olcağını anlamışsınızdır. evet bir kitap üzerine yazı dizisi yazacak kadar arakçıyım. sadece okumaya üşenenler için.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)