Dün emeklilik kararımı açıkladıktan sonra devlet erkanı birbirine girdi, ülke çapında protestolar başladı, avrupa birliği veto verdi "Saygın emekli olursa bu ülkenin hali nice olur, kalkınma planı programı sizi kurtaramaz, iç savaş çıkar ülke elden gider, biz de sizi ab'ye falan alamayız" diye.
Bütün bunlar olup biterken ben de ekmek bıçağını almış minik serçe parmağımı tahtanın üstüne koymuş kesmeye çalışıyordum. Mağlum bu parmak ömrü billah havada yükselmiş mağrur bir kuş, öyle ha deyince tahtaya yatıramıyorsunuz. Neden sonra (şiir kitabımı yayınlamadan önce romantik denemelere başlamak istedim) göz göze geldik. Bana veda etmek istemez gibiydi. Çok duygulandım, gözlerim doldu taştı. NE de olsa 26 yıllık prensesimdi o benim. Kraliyet ailesinin asaletiyle süzülürdü havada. Kıyamadım. Özgür bıraktım sonunda kanatlanıp uçsun diye.
İkinci şıkka geçtim sonra. Sabaha kadar amuda kalkmak suretiyle belime kaymış süsü vermek. İlk denemeerim başarısız oldu. Tabi yıllardır denememişim hamlamış vücut biraz. Ama yanlış sonuçlara da varmayalım gayet atlatik esnek bir yapıya da sahibim. Nitekim allahın hakkı olan 3. denememde başardım. Lakin aradan beş dakka geçmeden uyuyakalmışım öylece. Tabi, uyurkene pozisyon değişmiş kaşık pozisyonu olmuş. Belime bir zararı yok. Baktım bundan da iş çıkmayacak. Gittim yüzümü yıkadım. Giyindim. Bu sabah emekli olamayacağımı anladığımdan yine o çetin iş maratonuna koşturdum sabahın kör ayazında.
Tabi ki yılmadım. İşe gidene kadar yutkunmayıp üçüncü seçeneğime hazırlandım. Tükürükler salyalar birikti bi güzel. Ajansa geldiğimde günaydın diyenlere her zamanki uyuzluğumla hafifçe başımı salladım. Kimse bişeyden şüphelenmedi. Yerime oturdum. Herkesin işine en odaklanır göründüğü saat 10 sularına kadar tükürüklerim ağzımda kaynama noktasına geldi ama bekledim. Ve o an geldiğinde döner sandalyemi etrafımda beş tur attırıp, gözlerimi geriye devirip fıskiye misali başladım püskürtmeye. Hemen toplandı ahali. Noluyo ne bitiyo derken zekice bir tanesi hemen "sara olmasın laa bu" diye olayı istediğim noktaya getirdi. Başka biri de ellerimi çözmeye girişti. O açıyor ben kapıyorum o açıyor ben kapıyorum sonunda dayanamadım " bıraksana be kaşar, sana nöölüyö, şurda emekli olcaaz" diye patlamışım. Tükürükler de bizimkinin suratına patlamış tabi. Şimdi bu zekice plan nasıl yattı derseniz, neymiş efenim sara olsaymışım öyle bir anda kendime gelemezmişim. Saçma sapan bahaneler. Dedim bırakın tamam bundan sonraki krizlerimde elime dokunmayın yeter bana.
Bu plan yatar anam ben anladım. İnanmadılar bana. Bende plan bitmez. Hemen iş aramaya başladım ki bu dahiyane planlarımı orada uygulama fırsatı bulayım, burada yapamadıklarımı taze yeni bir ortamda yapıp kendimi geliştireyim. Birkaç deneme yanılmadan sonra bunun da vuslatı hulveti boyladı.
Şimdi hobalaaaa!! o nedenmiş diyenlere:
Bu sabah yıldırım hızıylan miğdeme ardarda sol kreşeler yağdıran garayağız delikanlı bana bir hayat dersi verdi de ondan. Allah iki el vermiş çalışasın diye, allaaaaaah, iki kulak vermiş, işleri iyi duyasın diye, allllaaaaah-ü teala iki ayak vermiş, merdivenleri çıkıp yemekhaneye giderken formda kalasın diye ve o yüce allah iki göz vermiş, merdivenleri çıkarken, garayağız delikanlıya göz süzebilesin diye. Şimdi sen Allah ömür verdikce ve delikanlı da orda çalıştıkca zındık! sorarım çalışmayıp da ne yaparsın datçalarda?!
İşte aldığım ders de buydu. Kulağama küpe oldu. Gidip merdivenlerden çıkarak yukardan bi çay alıyım bari.. Gece uzun, daha çok iş var..
27 Mayıs 2010 Perşembe
26 Mayıs 2010 Çarşamba
Bu işte bi sakatlık varmola?
Ne bayat bi hayat! İşe git, işten çık, beşiktaşta kahve iç, eve gel, yat uyu, uyan, işe git... Beşiktaş bazen Taksim, kahve bira olsa da işe gidip gelme faslı hep aynı. Hep aynı masa, aynı klavye aynı mouse... Aynı müdür, aynı temsilci, aynı rizeli çaycı...
Günlerdir düşünüyorum. Daha hayatımın baharında, bırak kırkı, otuzuma bile gelmeden bu ne monotonluk böyle.. Kararımı verdim! Malulen emekli olacağım. Boş kararlar vermem boş konuşmam. O yüzden hemen sözlüğü açıp malulenin anlamına baktım. Malulen = hasta, sakat.... Demek sakatlanmam gerekiyormuş. Bu çok acımasız bi sistem. Ama şu an anarşiklik yapıcak durumda değilim. Bir an önce bi çözüm bulmam lazım. Nitekim bu hayata biraz daha devam edersem ruh yaşım 80 e geleceğinden ruhen emekli olucam zaten.
Oturdum listemi yaptım:
Çözüm 1: Serçe parmak kesilip atılacak. Askerlikten kaçan nice koçyiğit yapmıştır. Buradan aklıma geldi. Zaten o kadar kibarımdır ki her işi serçe parmak havada görürüm. Ne sikime yararlar anlamadım gitti.
Çözüm 2: Bir gece sabaha kadar amuda kalkar pozisyonda yatmak suretiyle ertesi gün doktorları ileri derecede bel kayması olduğuna ikna et. Hollandada bir türk işçisi olan dayım denedi. 20 sene emeklilik maaşı aldı. Beli sapasağlam. Maşallah...
Çözüm 3: Herkesin konsantrasyonun doruğunda çalıştığı bir an önceden ağzında biriktirmiş olduğun tükürükleri salıverip kendini yere atıver, "sara krizim tuttu, çalışmak saramı azdırıyor" de. Bunu 1 ay boyunca hergün tekrarla. Eminim devlet bi güzellik yapar.
Çözüm 4: Yeni bir iş bul. Bundan da sıkıldığın zaman yukarıdaki 3 çözümü sırasıyla uygula.
Umarım son alternatife hacet kalmadan devlet baba beni malulen emekli eder. Emekli mağaşımla kendime datçada iki göz bir ev alıp bahçesinde domates yetiştiririm. Komşu haanımlara çaya giderim, kısır yapar yediririm onlara. Kedileri besler sonra "ah bu yaramaz boncuk hep salatalığımın altına kakasını yapıyor" diye şikayet ederim. Teknolojiyi unutur, feyzbuk neyim kapatır, mistik bir ömür sürerim inşallah.
18 Mayıs 2010 Salı
Adios Adidas
Yaklaşık iki ay önce bir Berlin kaçamağı planlamıştım. 22 Nisan New Young Pony Club konserini yakalayıp üstüne bir de Berlin Duvarı'nda zıplayacaktım. Olmadı dostlarım. Para her şeymiş. Bütün iyiliklerin anasıymış meğer. Boynum bükük, ele aleme karşı mahçup, Cihangir'de geçirdim o haftasonumu.
Adidas bu kalbi kırık genci duymuş olmalı ki, hemen bir parti koymuş! İçine de New Young Pony Club, Mylo, Murat Uncuoğlu, Multitab ve daha neler neler. Hepsini allahın güzelim cıvıl cıvıl bir yaz gününe sığdırmış. Ben Adidas sesimi duydu da NYPC'ı getirtmiş ayağıma diye sevinirken üstüne bir de güzide şehrimizin güzelim grafiticilerini, uzun sopa bacaklı şaklabanları ve bilimum zır deliyi de partiye davet ettiklerini feyzbuktan ilan etti mi sana!! Gel de kalp spazmı geçirme...
Tabi çok heyecanlandım, Sevilay'ın "Sakın son ana kadar bilet alma, bak ben giriş ayarlıcam" uyarılarını dinlemedim. Kurtlanmışım bi kere, hemen almam lazım biletimi... Hiç acımadım 36 lirayı tek çekimde çektiriverdim. E Berlin'de gitsem bunun konser girişi var, hosteli var uçak bileti var. Çok kardayım diye de ellerimi ovuşturup kıs kıs güldüm.
Sonra büyük gün geldi çattı. Sevilay ayarlamış davetiyelerini, fazladan 4 davetiye cebinde gitmiş Karaköy antropolarına. Hemen aradı, "Niye aldın biletini angut, bak davetiye vardı. Ayrıca şu an burası bombo(k)ş sakın erken gelme". Tabi içim acıdı biraz. Ama değer dedim. Neye vermiyorum ki, gece oraya değil de Kiki'ye gitsem 100 lira kafadan gitcekti zaten. İçime su serptim ve akşamı beklemeye koyuldum. Allahtan beklerken evde içmeye başlamışım. Nitekim içerde yeni doğmuş oğlan pipisi kadar bardakta sattıkları bira 8 liraydı.
Saat dokuz itibariyle mekana daldık. Ortam güzel, tanıdıklar var falan fıstık Ama bir eksik var diye düşünmeden edemedim. Etrafı markaja aldım. Yukarı çıktım, Murat Uncuoğlu sahnede. Ama içeriye öyle bir duman vermişler ki kardeşim sahnedeki Murat Uncuouğlu mu Michael Jackson'nın son konserlerini veremeden gidip şad olmamış ruhu mu anlayamadım. Öksüre aksıra çıkmak zorunda kaldım. Ama çıkmadan duvarların gayet çıplak olduğu, (gerçekten varsa) davetli grafiticilerin grev yaptıkları gözümden kaçmadı.
Dışarıda Multitab'i dinlemeye koyuldum. İşte bu sırada biranın da 8 lira olduğunu öğrenince, kendimi dışarı, Mimar Sinan gençliğinin güzide mekanı çimenlere atıp benzinciden aldığım biralarımı içmeye karar verdim. Bu kısmı güzeldi ama organizasyon kendine pay biçmesin!
Dışarda muhabbet koyuldu. Al gülüm ver gülüm derken saate bi baktım NYPC! Başladım koşturmaya.. Koş babam koş, kapıda bir de girişi kapatmışlar.. Göt kadar girişten bilet sırasındakilerle beraber giriş yapıcakmışız, bak sen! Görevliye bir omuz, bir "çekil bakiiim, hıh!" içerdeyiz. Çıktık yukarı. Sis öbekleri azalmış ortam ter kokusu ve ağır karbondioksit gazı haricinde ferahlamış biraz. Bizimkiler de sahneye yeni çıkmış. NYPC'da her şekilde eğlenirim. Severim çocukları. Ama ses sistemi o kadar kötü ki, grubu ilk defa dinliyor olsam 5. sınıf bir bar grubu sanırdım. 5. sınıf bar grupları da demek bu yüzden 5. sınıfmış, mekanların sikik ses sistemleri yüzünden. Bir gün hepinizin elinden tutucam söz!
Saat 12'yi vurduğunda bal kabağına dönüşeceğimizden Muazzez'le eve dönmeye karar verdik. Zaten tuvaletler Trainspotting'den hatırlayacağımız, "İskoçya'nın en kötü" helasından daha içler acısıydı ve benim acilen 8'er den heasapladığımda bir servete mal olan çişimi hak ettiği lükste bir oturakta doğaya salmam gerekiyordu. Sonrasını Azize'den öğrendim. 2'de bitmesi gereken parti 1'de bitmiş. Organizatöre "sayın organizasyondan sorumlu şahsiyet, biz 35 lirayı bunun için mi bayıldık, biletlerde 2 de biteceği yazan konser neden 1 de bitiyor nerde bu devlet nerde bu millet çocuğumu yakarım bana açıklama bahşet" diye isyan etmiş. Ağzında sakız, kıçını yana kırmış elini de sağ kanadına dayamış (olarak hayal ettiğim) organizatör de "Biz feyzbuktan erken bitirceğimizi söylediydik, feyz alaydın hadi şimdi naş" demiş. Sanki ben biletimi facebooktan almışım gibi... Sanki ben Facebook kullanmak, deli gibi takip etmek zorundaymışım gibi!
Yine de ellerine sağlık. Üç çizgide parayı kırdılar maşallah.. Partiden sonra adidas gazellerimin üstüne ve eşofman üstümün sırtına Nike tiki attım. Gece'nin ardından Pazar günü de kendime Converce ayakkabılar aldım, çok rahatım. İçimde uhde kalan tek şey, geceye üstünde devasa Nike işareti olan tşörtüm ve nike ayakkabılarımla gidip kameraların önüne durmayışım. Bi dahakine yapıcam. Artık tek misyonum anti-adidas reklamı yapmaktır.
Adidas bu kalbi kırık genci duymuş olmalı ki, hemen bir parti koymuş! İçine de New Young Pony Club, Mylo, Murat Uncuoğlu, Multitab ve daha neler neler. Hepsini allahın güzelim cıvıl cıvıl bir yaz gününe sığdırmış. Ben Adidas sesimi duydu da NYPC'ı getirtmiş ayağıma diye sevinirken üstüne bir de güzide şehrimizin güzelim grafiticilerini, uzun sopa bacaklı şaklabanları ve bilimum zır deliyi de partiye davet ettiklerini feyzbuktan ilan etti mi sana!! Gel de kalp spazmı geçirme...
Tabi çok heyecanlandım, Sevilay'ın "Sakın son ana kadar bilet alma, bak ben giriş ayarlıcam" uyarılarını dinlemedim. Kurtlanmışım bi kere, hemen almam lazım biletimi... Hiç acımadım 36 lirayı tek çekimde çektiriverdim. E Berlin'de gitsem bunun konser girişi var, hosteli var uçak bileti var. Çok kardayım diye de ellerimi ovuşturup kıs kıs güldüm.
Sonra büyük gün geldi çattı. Sevilay ayarlamış davetiyelerini, fazladan 4 davetiye cebinde gitmiş Karaköy antropolarına. Hemen aradı, "Niye aldın biletini angut, bak davetiye vardı. Ayrıca şu an burası bombo(k)ş sakın erken gelme". Tabi içim acıdı biraz. Ama değer dedim. Neye vermiyorum ki, gece oraya değil de Kiki'ye gitsem 100 lira kafadan gitcekti zaten. İçime su serptim ve akşamı beklemeye koyuldum. Allahtan beklerken evde içmeye başlamışım. Nitekim içerde yeni doğmuş oğlan pipisi kadar bardakta sattıkları bira 8 liraydı.
Saat dokuz itibariyle mekana daldık. Ortam güzel, tanıdıklar var falan fıstık Ama bir eksik var diye düşünmeden edemedim. Etrafı markaja aldım. Yukarı çıktım, Murat Uncuoğlu sahnede. Ama içeriye öyle bir duman vermişler ki kardeşim sahnedeki Murat Uncuouğlu mu Michael Jackson'nın son konserlerini veremeden gidip şad olmamış ruhu mu anlayamadım. Öksüre aksıra çıkmak zorunda kaldım. Ama çıkmadan duvarların gayet çıplak olduğu, (gerçekten varsa) davetli grafiticilerin grev yaptıkları gözümden kaçmadı.
Dışarıda Multitab'i dinlemeye koyuldum. İşte bu sırada biranın da 8 lira olduğunu öğrenince, kendimi dışarı, Mimar Sinan gençliğinin güzide mekanı çimenlere atıp benzinciden aldığım biralarımı içmeye karar verdim. Bu kısmı güzeldi ama organizasyon kendine pay biçmesin!
Dışarda muhabbet koyuldu. Al gülüm ver gülüm derken saate bi baktım NYPC! Başladım koşturmaya.. Koş babam koş, kapıda bir de girişi kapatmışlar.. Göt kadar girişten bilet sırasındakilerle beraber giriş yapıcakmışız, bak sen! Görevliye bir omuz, bir "çekil bakiiim, hıh!" içerdeyiz. Çıktık yukarı. Sis öbekleri azalmış ortam ter kokusu ve ağır karbondioksit gazı haricinde ferahlamış biraz. Bizimkiler de sahneye yeni çıkmış. NYPC'da her şekilde eğlenirim. Severim çocukları. Ama ses sistemi o kadar kötü ki, grubu ilk defa dinliyor olsam 5. sınıf bir bar grubu sanırdım. 5. sınıf bar grupları da demek bu yüzden 5. sınıfmış, mekanların sikik ses sistemleri yüzünden. Bir gün hepinizin elinden tutucam söz!
Saat 12'yi vurduğunda bal kabağına dönüşeceğimizden Muazzez'le eve dönmeye karar verdik. Zaten tuvaletler Trainspotting'den hatırlayacağımız, "İskoçya'nın en kötü" helasından daha içler acısıydı ve benim acilen 8'er den heasapladığımda bir servete mal olan çişimi hak ettiği lükste bir oturakta doğaya salmam gerekiyordu. Sonrasını Azize'den öğrendim. 2'de bitmesi gereken parti 1'de bitmiş. Organizatöre "sayın organizasyondan sorumlu şahsiyet, biz 35 lirayı bunun için mi bayıldık, biletlerde 2 de biteceği yazan konser neden 1 de bitiyor nerde bu devlet nerde bu millet çocuğumu yakarım bana açıklama bahşet" diye isyan etmiş. Ağzında sakız, kıçını yana kırmış elini de sağ kanadına dayamış (olarak hayal ettiğim) organizatör de "Biz feyzbuktan erken bitirceğimizi söylediydik, feyz alaydın hadi şimdi naş" demiş. Sanki ben biletimi facebooktan almışım gibi... Sanki ben Facebook kullanmak, deli gibi takip etmek zorundaymışım gibi!
Yine de ellerine sağlık. Üç çizgide parayı kırdılar maşallah.. Partiden sonra adidas gazellerimin üstüne ve eşofman üstümün sırtına Nike tiki attım. Gece'nin ardından Pazar günü de kendime Converce ayakkabılar aldım, çok rahatım. İçimde uhde kalan tek şey, geceye üstünde devasa Nike işareti olan tşörtüm ve nike ayakkabılarımla gidip kameraların önüne durmayışım. Bi dahakine yapıcam. Artık tek misyonum anti-adidas reklamı yapmaktır.
12 Mayıs 2010 Çarşamba
kanca burunlu caninin fındık burunları kırma içgüdüsü
Akşam tünelde içelim dedik. Bir değişiklik olsun diye. İşten çıkmışım yorgun argın, öfleye pöfleye katıldım ahaliye. Aman napcaz sanki cehennem kalabalığında kendine yer ara, olmadı neymiş hava güzelmiş dikil ayakta biranı iç. Ayaklarım kopmuş zaten ben çökerim kardeşim yerde içerim biramı dedim ama sosyal statüm ona da müsade etmedi. Kaldım mı ayakta zibidi dostlarımla...
Sonra Fatma gelir hoş sohbet, gider. Hüseyin gelir, Baykal'ın çorapları konuşulur gider. Gece böyle gitmez dedim. N'apalım bari evlere dağalalım dedik. En azından gider aşkı memnuyu izlerim diye bi plan yapıverdim hemen. Tam öpüşme sarılma faslı bitiyordu kiiiii..... Eğlenceye gel. Mahallemin delikanlısı, "badi"den yeni çıkmış, kaslar olmuş balon, alında ter boncukları, "tünelde hatunlar varmış abi ben gidip şu gasları gösteriim de bayılsın manitalar" diyerek kapmış yanına zırtapoz arkadaşını da gelmiş bizim burnumuzun dibine. "Bodi"den çıkınca duş almak da adetlerinde yok bunların onu anladım. Saçtıkları kokunun dişiyi kendilerine çektiğine inanıyorlar.
Ben diyim bir sen de iki dakika, geçmedi ki bizim doğal ortamından kopup gelmiş delikanlı, ortamın namus bekçisi olduğunu ilan etti. Tüyü yeni bitmiş, babacuğunun parasıylan gittiği avrupadan yeni dönmüş (trendi oğlumuz geldiği yeri tarzıyla ele veriyordu) bir delikanlıyı da hedef seçti. Vay sen benim yanımdaki kıza kaş göz ettin. Görmesem yanındaki kızı tanıyo, arkadaşı da ondan koruyo dicem. Yooook, tanısın tanımasın, onun 100 metre yakınındaki her zavallı kadın, o kasların korumasına muhtaçtır!
Neyse efendim, oğlancağaz da tabi önce efendi efendi "yeeeaa bi giiit dostuuuum" edalarıyla tehlikeyi uzaklaştırmak istedi. Birinci yanlış! Burda bizim oğlan hedef olduğunu anlamamazlıktan gelip arkasında duran bir başka koç yiğide bakarak dikkatleri dağıtmalıydı. Evladım, bu armut laftan sözden anlasa badiye karateye değil, yoga dersine giderdi, di mi ama?!
İlk yanlış ilk yumruğu getirir her zaman. Bu böyle biline. İlk yumruğu yedin çocuğum. Şimdi napcaksın? E o kadar da değil, mağdem yumruk yedin, tekme tokat dalacaksın. Onda osmanlı tokadı varsa sende de iq var eq var. Hemen taktik savaşa geçebilirsin. Bir, sana sol kreşe girmiş kas yığınının yerinde american appearaldan isteğin, hatunların bayıldığı o parlak disko çantasını almayan babanı gör! "Ha ha ha.. sana hep çocuk muamelesi yapıcam.. reşit olana kadar ümüğünü zikicem.. çanta mıııı? naaaaah sana çanta" derken hayal et. Şimdi sağ elinin orta ve baş parmaklarını karşındaki cibiliyetsizin şah damarına doğru, vücudunun tüm ağırlığını o iki parmağa vererek geçir. Nasıl? Zibidi iki seksen yerde ve bütün hatunlar hayranlıkla sana mı bakıyor?
Şimdi kendine gelebilirsin. Çünkü böyle olmadı yavrucağım. Sen daha bunları kafanda tasarlarken karşındaki sana iki düz bi ters geçirip yere yığdı, şimdi övgü bekleyen saf gözlerle etrafındaki kızlara bakıyo.. Ama olay burda bitti sanma. Şimdi hırsla camiadaki çevreni toplamaya çalışıyor, "nasıl olur aaaaabi, haşat edelim, biz de yaparız, londrada bi çinli dövmüşlüğüm var benim yoo!" naraları atıyorsun. işte bu da ikinci yanlış evladım. Bu noktada susacaksın, ağlamadan rövanş istemeden kaderine boyun eğip, biranı bitireceksin. Kolun kırılmış olabilir, burnun oluk oluk kanıyor olabilir. Sana "ah canım hemen hastaneye gidelim" diyen dilberlere dönüp "yok canım önemli diil, bişeyim yok zati sıyırdı" diyeceksin ki kahraman olamasan da cool genç olarak kal. Cıngar çıkarma. Namın bari böyle yürüsün. Mesela ben artık seni hep "dayak yiyen ama coolluundan zerre ödün vermeyen genç" olarak hatırlıcam. Umarım sen reşit olduktan sonra da yollarımız kesişir.
11 Mayıs 2010 Salı
Herkese bir derviş
Aslen tam bir dişiyimdir, futbolu sevmem. Hobilerim arasında dedikodu ve pazardan ucuz topshop entariler almak vardır. Çağın lütfu interneti ucuza havalı marka gözlük ve (deneme şansım olmadığından) günlük hayatta maaşımın 4 katı olup siteye maaşım fiyatıyla düşen parfümleri almak için kullanırım. Hatta erkek avlamak için futbolla ilgilenen kadınlara da tilt olurum. Elimi saçlarına şöööyle bir dolayıp havada 4 kez döndüresim gelir. Bakalım o zaman da erkek gibi yumruk mu atıcak, direk benim saça mı yapışcak şellaaafe..
Ama bugün futbola yeni bir anlayış geldiğini farkettim. Çok tuttum, o yüzden hemen olaya giriyorum: Şili'de bir futbolcu varmış, ben bilmem beyim bilir. Beylere de ayrıca tilt olduğum için mecbur onu da ben araştırdım. Adı Marcelo Bielsa'ymış.Olay şu, Şili milli takımı 12 senedir dünya kupasını alamayıp şilileri insan içine çıkamaz, çarşıda pazarda göğüslerini gere gere dolaşamaz eylemiş. Sékis bir, samba iki, futbol üç olan bu güzelim memleketin güzelim götlü insanlarına futbol zevkini haram etmiş, zavallı mekruhların hayatı seksten ibaret kalmış, her daim cenabet dolaşır olmuşlar (Sambadan da sıkıldıklarını varsayıyoruz). Boru değil, on-i-ki yıl! Bunca yıl içinde tabiki durum vehametini arttırmış. Şili'ye turist gelmez, göçmen kuşlar buradan geçmez olmuşlar. Dünya şampiyonlukları zamanındaki şaşalı günleri dilden dile dolanır olmuş. Boynu bükük bebeler bu efsaneleri dinleyerek büyümüş.
Grey Şili de düşünmüş, taşınmış, bu öksüzleri sevindirmenin, onlara yaşama amacı kazandırmanın yolunu sonunda bulmuş. Onları yeniden imana getirmek! Hemen başta adını boşuna etmediğim meşhur futbol adamı, ilim irfan sahibi Marci'yi oturtmuşlar. "Marcicim sen günümüz Şili'sinin dillere destan mesihi olacaaaaan. Bu şans kadim dünya tarihinde pek az delikanlıya gark olmuştur. Artık döneminde bizi de görür, ceylan gözlü cariyelerinden bir makas verirsin" şeklinde özetlemişler konuyu.
Bizim Merci okey demiş, nereye şut çekcem.. Yerinde duramıyor tabi.. Grey naapmış sorarım?! Açmış siteyi, tweeterdan subjecti.. Marci'yi ermiş yapın, memleketimiz kurtulacak.. Marci'ye vahiy malum oldu diye ülkenin dört bir yanına haber salmış. 100.000 mum dikin biricik marcimiz derviş olsun şakısın, futbol tarihimiz şenlensin, şampiyonluklarımız yeniden vuku bulsun buyurmuş.
Sonuçlar şahane. O henüz bir ermiş olamadı belki (sadece 30.000 muma bakar), ama site 1.225.000 kere görüntülenmiş, uygulama 38.300 kere indirilmiş, sitede fink atılan ortalama süre 4 dakkayı bulmuş. MEdyaya harcanan para sıfır doler. Harcansaymış 750.000 doler harcanak kadar medya reklamı olmuş. İlahi sonuç: Güney Afrika Dünya Kupası kazaınldı!!! Destuuuuur.. demek lazım çarpılırız mazallah..
Linki vereceğim ki gözlerinizle görün. Ama önce bütün bu sıkıcı futbol tartışmasını anlamlı bir sonla bağdaştırıcam izninizlen. Bence Chanel'i de moda ermişi yapalım. Kadınlara güveniyorum.. yüz bin ne kelime, yüz milyon mum da yakarız. mum yakarken dilek de tutturursak o olur sana beş yüz milyon. Chanel ersin, fiyatlar düşecek. Benim kehanetim de bu.. Ben telli babaya gidiyorum, mum yakıcam.. Kim olursan ol, sen de gel şekerim..
http://www.youtube.com/watch?v=5B34jZyDhnU&feature=player_embedded
Ama bugün futbola yeni bir anlayış geldiğini farkettim. Çok tuttum, o yüzden hemen olaya giriyorum: Şili'de bir futbolcu varmış, ben bilmem beyim bilir. Beylere de ayrıca tilt olduğum için mecbur onu da ben araştırdım. Adı Marcelo Bielsa'ymış.Olay şu, Şili milli takımı 12 senedir dünya kupasını alamayıp şilileri insan içine çıkamaz, çarşıda pazarda göğüslerini gere gere dolaşamaz eylemiş. Sékis bir, samba iki, futbol üç olan bu güzelim memleketin güzelim götlü insanlarına futbol zevkini haram etmiş, zavallı mekruhların hayatı seksten ibaret kalmış, her daim cenabet dolaşır olmuşlar (Sambadan da sıkıldıklarını varsayıyoruz). Boru değil, on-i-ki yıl! Bunca yıl içinde tabiki durum vehametini arttırmış. Şili'ye turist gelmez, göçmen kuşlar buradan geçmez olmuşlar. Dünya şampiyonlukları zamanındaki şaşalı günleri dilden dile dolanır olmuş. Boynu bükük bebeler bu efsaneleri dinleyerek büyümüş.
Grey Şili de düşünmüş, taşınmış, bu öksüzleri sevindirmenin, onlara yaşama amacı kazandırmanın yolunu sonunda bulmuş. Onları yeniden imana getirmek! Hemen başta adını boşuna etmediğim meşhur futbol adamı, ilim irfan sahibi Marci'yi oturtmuşlar. "Marcicim sen günümüz Şili'sinin dillere destan mesihi olacaaaaan. Bu şans kadim dünya tarihinde pek az delikanlıya gark olmuştur. Artık döneminde bizi de görür, ceylan gözlü cariyelerinden bir makas verirsin" şeklinde özetlemişler konuyu.
Bizim Merci okey demiş, nereye şut çekcem.. Yerinde duramıyor tabi.. Grey naapmış sorarım?! Açmış siteyi, tweeterdan subjecti.. Marci'yi ermiş yapın, memleketimiz kurtulacak.. Marci'ye vahiy malum oldu diye ülkenin dört bir yanına haber salmış. 100.000 mum dikin biricik marcimiz derviş olsun şakısın, futbol tarihimiz şenlensin, şampiyonluklarımız yeniden vuku bulsun buyurmuş.
Sonuçlar şahane. O henüz bir ermiş olamadı belki (sadece 30.000 muma bakar), ama site 1.225.000 kere görüntülenmiş, uygulama 38.300 kere indirilmiş, sitede fink atılan ortalama süre 4 dakkayı bulmuş. MEdyaya harcanan para sıfır doler. Harcansaymış 750.000 doler harcanak kadar medya reklamı olmuş. İlahi sonuç: Güney Afrika Dünya Kupası kazaınldı!!! Destuuuuur.. demek lazım çarpılırız mazallah..
Linki vereceğim ki gözlerinizle görün. Ama önce bütün bu sıkıcı futbol tartışmasını anlamlı bir sonla bağdaştırıcam izninizlen. Bence Chanel'i de moda ermişi yapalım. Kadınlara güveniyorum.. yüz bin ne kelime, yüz milyon mum da yakarız. mum yakarken dilek de tutturursak o olur sana beş yüz milyon. Chanel ersin, fiyatlar düşecek. Benim kehanetim de bu.. Ben telli babaya gidiyorum, mum yakıcam.. Kim olursan ol, sen de gel şekerim..
http://www.youtube.com/watch?v=5B34jZyDhnU&feature=player_embedded
Bence 'bay'ma kal
Son günlerde çok tartışılan bir video var. Bu video yüzünden parti genel başkanlığından istifa etmek zorunda bırakılan bir siyasetçi... Beğenip beğenmemek, destekleyip desteklememek kişiye kalmış; ama iyi muhalefet yaptığını ve ülkenin zor günlerden geçtiği son yıllarda çok dirençli ve azimli durduğunu düşünüyorum.
Özel hayat özgürlüğünün sınırları çok tartışılan bir konu. Kamuoyunun bu kadar gözünün önünde olan kişilerin özel hayatına dikkat etmesi gerektiği görüşü de gayet yaygın. Hatta bu görüş çerçevesinde, haneye tecavüz ve yatak odasının gizli kamerayla dikizlenip bütün bir halkın gözüne sokulması ikinci plana itilebiliyor. Nacizane görüşüm, özel hayata tecavüz, özel hayata tecavüzdür. Bu noktada "evet ama yine de Baykal'ın böyle birşey yapmaması gerekirdi, ortaya çıkma sebebi ne kadar çirkin olursa olsun biz sonuca bakalım" demek, "tecavüz ettim ama zaten fahişeydi hakim bey, onun mesleği de bu" demek kadar çirkin.
İşte bu görüşlerim ve böyle olaylara prim vermeme mantığımla bu videoyu inatla izlememiştim. Ne kadar çok izlenirse hedefine o kadar yaklaşıcak diye düşünüyorum çünkü. Maalesef bu sabah tam kahve almaya yönelmişken arkadaşımın bir video izlerken ne kadar eğlendiğini gördüm ve merakıma engel olamadım. Sonra da gözlerimi alamadım.. Porno olsa miğdem kaldırmaz vallahi destur der kapattırırım! Ama bu başka bişeydi!
Allahım.... Aman allahım!!! O göt ne öyle lımbıl lımbıl, alelacele hareketlerle don ararken muallebi gibi sallanıyor! Don geçiriliyor, acele bitmiyor! Hadi hadi işimiz bitti anaaaam meclis elden gitmeden koşalım yetişelim tavrı... Meclis kaçıyor mu canım bi sigara içeydiniz bari! Peki Baykal'ın siyaset meydanı endamı ne öyle!! Anladık 72 yaşındasın, anladık parti genel başkanısın da kardeşim kadına bir latife bir lütuf yap.. Bir güleryüz bahşet. O kadar sert bakıyosun ki kadıncağız kaçacak delik arıyor!! "Bu herifin derdi ne acaba?! gensoruda yanlış yaptım da o mu aklına geldi" diye telaş yapmış zavallı!
Bence bu görüntüler gerçek olamaz. Bu görüntüler gerçekse seks kavramı gerçek olamaz. Eğer ki bu gördüklerim kanlı canlı, 2 dakka önce dünya nimetinin tadına bakmış iki insansa beşinci bir boyut olmalı ve bunlar da o boyuttan kazaren ele geçirilmiş görüntüler olmalı. Yok, kardeşim işte abartma, sevişmişler giyiniyorlar durumu varsa, bu işlerden elimi eteğimi çekiyorum. Aşkın şarabını bırakıp köpüklü banyomda yapayalnız viskimi yudumluyorum bundan kelli.
Özel hayat özgürlüğünün sınırları çok tartışılan bir konu. Kamuoyunun bu kadar gözünün önünde olan kişilerin özel hayatına dikkat etmesi gerektiği görüşü de gayet yaygın. Hatta bu görüş çerçevesinde, haneye tecavüz ve yatak odasının gizli kamerayla dikizlenip bütün bir halkın gözüne sokulması ikinci plana itilebiliyor. Nacizane görüşüm, özel hayata tecavüz, özel hayata tecavüzdür. Bu noktada "evet ama yine de Baykal'ın böyle birşey yapmaması gerekirdi, ortaya çıkma sebebi ne kadar çirkin olursa olsun biz sonuca bakalım" demek, "tecavüz ettim ama zaten fahişeydi hakim bey, onun mesleği de bu" demek kadar çirkin.
İşte bu görüşlerim ve böyle olaylara prim vermeme mantığımla bu videoyu inatla izlememiştim. Ne kadar çok izlenirse hedefine o kadar yaklaşıcak diye düşünüyorum çünkü. Maalesef bu sabah tam kahve almaya yönelmişken arkadaşımın bir video izlerken ne kadar eğlendiğini gördüm ve merakıma engel olamadım. Sonra da gözlerimi alamadım.. Porno olsa miğdem kaldırmaz vallahi destur der kapattırırım! Ama bu başka bişeydi!
Allahım.... Aman allahım!!! O göt ne öyle lımbıl lımbıl, alelacele hareketlerle don ararken muallebi gibi sallanıyor! Don geçiriliyor, acele bitmiyor! Hadi hadi işimiz bitti anaaaam meclis elden gitmeden koşalım yetişelim tavrı... Meclis kaçıyor mu canım bi sigara içeydiniz bari! Peki Baykal'ın siyaset meydanı endamı ne öyle!! Anladık 72 yaşındasın, anladık parti genel başkanısın da kardeşim kadına bir latife bir lütuf yap.. Bir güleryüz bahşet. O kadar sert bakıyosun ki kadıncağız kaçacak delik arıyor!! "Bu herifin derdi ne acaba?! gensoruda yanlış yaptım da o mu aklına geldi" diye telaş yapmış zavallı!
Bence bu görüntüler gerçek olamaz. Bu görüntüler gerçekse seks kavramı gerçek olamaz. Eğer ki bu gördüklerim kanlı canlı, 2 dakka önce dünya nimetinin tadına bakmış iki insansa beşinci bir boyut olmalı ve bunlar da o boyuttan kazaren ele geçirilmiş görüntüler olmalı. Yok, kardeşim işte abartma, sevişmişler giyiniyorlar durumu varsa, bu işlerden elimi eteğimi çekiyorum. Aşkın şarabını bırakıp köpüklü banyomda yapayalnız viskimi yudumluyorum bundan kelli.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)