15 Şubat 2010 Pazartesi

Peyote'nin pırıl pırıl klozeti: hep böyle koklanası kal

Günlerden çılgın bir cumartesi. Mekanlardan ucuz içkileri ve rahat koltuklarıyla nam salmış Papilion. Tekila shot 3 lira, ellilik bira 3.5 lira olunca biz de haliyle durumu sonuna kadar sömürme eğilimdeyiz. Aslında durumun bizi sömürdüğünün farkında değiliz henüz.

Bende film kopmuş da haberim yokmuş meğer. Ayşenur'a 15 dakika sonra Peyote'de olacağımı söylediğimi hatırlıyorum. Bir buçuk saat sonra da Ayşenur'un Zeki'yle beni Papillion'dan toplamaya geldiğini. Ne toplamak! Adeta yerden kazıyor yavrucaklar! Papilion'nun beş kat, ama kat be kat merdivenlerinden uçarcasına iniyoruz. Yanımda kimse olmasa ben gerçekten birinci kata kadar uçmayı deneyebilirdim. Bırakmadılar.

Merdivenlerin sonunda Peyote olmalı; çünkü aradaki mesafeyi hatırlamıyorum. Peyote orta kata çıkıp Proudpilot'ın son iki şarkısına yetişiyoruz. Sarhoşluğumun içler acısı boyuta ulaştığını Proudpilot'da şopi şopi yaptığım an anlıyor herkes. (Sabah öğrendim, şopi şopi kısmı totoş arkadaşlarımın abartmasıymış, sadece eller havaya yapmışım ama sessizce).

Sonra Bedri'yi gördüm, her zamankinden de güzel geldi bakışları. Belki gerçekten o akşam çok güzel bakıyodu, belki de çirkin bakış yoktu, az votka vardı. Hani sarhoşluğun çok güzel bi evresi vardır ya, şu güzel bakan delikanlıya bütün içtenliğinle yazılırsın. Sen de ona biraz baygın ama mutlu gözlerle bakıp sinyaller çakarsın. Anladım ki ben o evreyi çoktan geçmişim. Tam Bedri'ye cilvelenecekken o 3 liralık masum tekilalar miğdemde kılık değiştirip bütün damarlarıma hunharca saldırıya geçtiler.

Son hatırladığım Peyote'nin yenilendikten sonra bütün gün oturulası klozetiydi. Yukarıdan bakıldığında o kadar da iç açıcı değilmiş.

Evet, Halenaz, sen bana alkol komasına giremessin dememiştin, adam olamassın demiştin. Adam olma konusunda hala umudum var. Alkol komasına da girebiliyormuşum. Daha ne isterim bu hayattan?

13 Şubat 2010 Cumartesi

Her çıkışın bir inişi vardır




THY'nin Umman'daki bir alışveriş merkezinde yer alan bu ilanı, bende bir underground film ilanı hissi yarattı. İntihar etmek için saatte 150 km hızla duvara sürülen bir araba gibi. Pilotun uçağı yere doğru sürmesi daha bile havalı. Ama gelin görün ki mevzu bahis koca yolcu uçağı olunca, işin içine en az onlarca farklı insan daha giriyor. Şimdi ben hafa sonu tatilimde Berlin'e gidip biraz dağıtmak istemiş olabilirim. Hayatımda ilk defa Tokyo'yu görecek olabilirim. Hatta Ankara'dan gelen abi olabilirim. Evdeki bayram havasını bozmaya kimin ne hakkı var?

İyi tarafından bakılırsa: Dünyanın en iyi lunapark treni New Jersey'deki Kingda Ka Lunapark'ında bulunuyor. Yüksekliği 139 metre, genişliği 127 metre. THY, uçaklarına lunapark treni işlevi kazandırarak kainatın en korkunç ve eğlenceli oyunu ünvanını kazanabilir. 2000 fit yükseklikten yere doğru çakıldığımı düşünüyorum da (ilanda gösterildiği gibi) tüylerim diken diken oluyor. Tam yere çakılmak üzereyken haydi tekrar 2500 fite çık. İnsanın içi dışına çıkar vallahi. Lunapark trenleri de bunun için yok mu zaar? Bence THY'nin sırtını sıvazlamak lazım. Aferim koçlarıma. Bu cesaret başka kimde var?

Şimdi bu iki olasılıktan hangisine inanacağımız bize kalmış. O kadar blog açtım. Annem benimle bu yüzden gurur duymuyor olabilir, ama THY beni de şu şanslı bloggerlarla Alamanya'ya, Amısterdam neyime gönderirse ben ikinci şıkka inanıp THY'le gurur duymaya hazırım. Yok senin altı üstü üç tane kadim dostun varmış, bu işler çevreyle tanıdıkla oluyor derse, vay haline. Blogumun bundan sonraki misyonu her fırsatta THY'yi itin uygun bir yerine sokmak olacaktır. Yetkililere duyurulur.

12 Şubat 2010 Cuma

What if İF gives me efen more ephoroea*

Bahar geldi. Evet, şubatın ortasında bahar geldi a dostlar! Bu içimdeki kıpırdanmayı, miğdemde vızıldayan arıları başka ne açıklayabilir? Kendimi sokaklara atasım, avaz avaz bağarasım var.
Festival başladı mı hep böyle angut gibi hissederim zaten. Tıpkı bahar geldiğinde olduğu gibi. Damarlarımdaki adrenalin yanaklarımdan taşar, düşünemez olurum.
Yine angut gibi mutlu, heyecanlı ve panik-atak dönemimdeyim. Çünkü İF kapıyı çaldı yine! Ben de bilincimi kaybedip 6 filme birden kapımı açtım. Biri beni tokatlasın, yedinciye de buyur dersem bu angutluk halim ay sonunda götte şemsiye durumuna dönebilir.

*ephoroea: Baharın gelmesiyle hormonların doruğa çıkma hastalığı. Kroniktir.

11 Şubat 2010 Perşembe

Benim oğlan 2012 Tim Burton'nın 9'nu miker

Görür görmez aşık oldum. Çaputtan olsun da benim olsun dedim. Mini minnacık bezden insancıklar! Hem de bir bilim adamının ruhundan bir parça taşıyorlar. Üstüne üstlük hamam böcekleri gibiler. O "oyh anam!" dedirten koca koca ucube makinelere bana mısın demiyolar! Gözleri dönmüş, üstlerine üstlerine koşuyo cengaverler.
Ben de bir Türk kızı olarak az buçuk teğel yaparım. Eski t-şörtlerimden diksem, içine bir parça tırnak bir parça saç koysam, böğrünü dikerek kapatsam. Sonra bir de üfürükleyip tükürüklesem canlanır mı ki? E şimdilik öyle 3. dünya savaşı da yok (ki olsa da ben parmak kadar çocuğu göndermem savaşa falan). Boş duracağına cebimde işe getirir işlerimi gördürürdüm. Ama 9 benim uğursuz sayım, cenabet olur sonra. Benimkinin adı 2012 olsun. Tanışanları şöyle bir ürkütsün baştan. Saygınlığı olur.

Hahayt!

Eskiden annemler günlüğümü bulmasın diye kıçımdan terler akardı.Evin her bir kuytusuna girmişliği vardır ortaokul yadigarımın. Ne deliklere girmedi ne tozlar yutmadı. Hatta hiç unutmam bi keresinde o zamanlar hain bir liseli olan ablam bulmuştu da o çıtkırıldım ergenlik duygularımla gaddarca alay etmişti. Günlerce her gördüğü yerde parmakla işaret edip acımasızca gülmüştü bana.
Şimdi gülme sırası bende. Ahanda günlüğümü buraya yazıyorum! Cümle aleme inat, gözüne gözüne sokuyorum!