16 Aralık 2010 Perşembe

Hayat çizgilerden ibaret değil mi zaten


Böyle başlıklar atmak heyecanlı oluyomuş. Ama tabi ki işin felsefesini filozoflara bırakıyorum. Beni ilgilendiren kısmı üç gün gerçek hayattan kopacak olmak. İstanbul Animasyon festivali altıncısını düzenliyor. Ne zaman altı olmuş anlamadım, demek ki yaşlanıyorum.

Hatırlıyorum da bundan galiba 3 sene önce Howl'ın yürüyen şatosunu izlemiştim. Ah dostlarım ne günlerdi. Gençtim, heyecanlıydım, aşk ateşiyle yanıyordum. Howl'a aşık olmuştum. Günlerce uyku tutmamış, boğazımdan lokma geçmemişti. Çok yakışıklıydı, çok güçlü ama aynı zamanda kibirli ve korkaktı da. Tam bir erkek yani. Hala anlatırken elim titriyor desem aşkımın boyutunu anlarsınız belki. Sonra, filme de aşık olmuştum zaten kim uçan bi şatoda konuşan bir ateşle yaşamak istemez ki? Ben isterim. Hele ki her istediğinde kapısını farklı bir yerde açabileceksem...

Bir de iki sene önce ben fareli köydeyken  izlediğim Ratatouille vardı. Yolda yürürken gördüğüm, büyük ihtimalle sokağımızın çetesinden üç kocaman, uzun burunlu ve uzun, pembe kıvrık kuyruklu lağım faresi beni hayata küstürmüştü o dönem. Odamdaki fındık faresi de ne zaman beni farketmese saklandığı yerden çıkıp beni görünce korkudan dışarı da çıkamayıp odanın ortasında koşmaya başlıyodu, tabi ben onu sakinleştirmekle uğraşamıyordum çünkü yatağın üstünde çığlık attmayı tercih ediyodum. Neyse işte o günlerdeki halet-i ruhiyem pek iyi değildi. Fareler benim için develerden daha tehlikeydi ki farenin adam öldürdüğü görülmemiştir ama damarına basarsan bir deve seni boğarak öldürebilir. İşte günlerden yine böyle birgün, Ratatouille'ü izlemeye koyuldum. Filmi kulaklıkla izlediğimden kelli odada çıt çıkmadığını ve beni farketmezse farenin her an "ohhhh be bi rahat rahat koşturayım" diyip ortaya çıkabilceğinden diken üstünde oturduğumu da hatırlatıyım. Filmin başlarında şu farelerin toplantı yaptığı bölümlerde nefretim doruklarına ulaştı. Ama sonra o yavrum zavalllı kuzumun boncuk boncuk bakışları, bugün gelse beni anında cezbedicek kişiliği ve, yemeye olan saygımdan ötürü, yemeği sanata dönüştürmesi beni benden aldı. Farelere haksızlık ettiğimi anladım ve odadaki faremin çıkıp gelmesini bekledim ondan özür dilemek için. İşte bir animasyon film bana allahın yarattığı zavallı bir kulu sevdirirkene gerçek bşir belgesel üzerine na'aptı dersiniz? Tam ben farelerle barışmışım, fareli köyümde mutlu mesut yaşamaya başlamışım derken bu lanet sümüklü belgesel bi metre boyu, yarım metre burnu olan ve tüyleri ıslak ıslak havaya dikelmiş bir lağım faresinin 8 metre zıplayışını kareya alarak ve benim gözüme sokarak fobimi canlandırdı.

Animasyon filmlerin faydaları saymakla bitmez dostlarım. Aşk dedik, fobi yenme dedik ne kaldı geriye? Tabi ki bilime irfana katkısından bahsetmedik! Şimdi bir animasyon filmin en önemli özelliği nedir? Bence hayalgücünün sınırlarını zorlayarak ne istersen yapabilmendir. di mi animasyoncular? yalansa yalan diyin! Ben atıyorum şimdi animasyoncu olsam, benim yerime işe gönderebileceğim ama sevgilime sulanmıcak bir kopyamı yapmak istesem, filmime koymak istesem, kim engelleyebilir? peki ben bunu yapsam filmime koysam, benimle aynı hasreti çeken bir bilim adamının kafasına dank! etmeyeceğini kim iddia edebilir? Mantıklı di mi?

O zaman faydaları saymakla bitmeyen, her derda şifa olan ve sanatın ve sanatçının en büyük dostu olan bu animasyon filmleri izlemek bizim yegane hedefimiz olmalı. Hem bu fsteivallere gidelim ki biricik ülkemizde yeni yeni festivallerin yolu açılsın, bölece festivale Berlin'e Londra'ya gitmemize gerek kalmasın. O paralarla da festival kıyafeti alabilelim di mi ama?

Festival programı da na burda:
http://www.facebook.com/l.php?u=http%3A%2F%2Fwww.iafistanbul.com%2Fprogram.php&h=58dd7

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder